Aslında
sektörel ciro hacminin ve gelecek projeksiyonunun, söz konusu diğer alanların
yanında pek de önemli olmadığını artık kabul etmemiz gerekmektedir. Çünkü ciro,
diğerlerinin varlığıyla ortaya çıkan değerlerden yalnızca biridir. Yukarıda
belirttiğim olgular ise cironun sağlıklı biçimde artması ve sürdürülebilir
olmasının teminatıdır. Dolayısıyla önümüzdeki 10 yıllara biçilen hedeflerin de
göz boyamaktan öte bir anlam ifade etmediği görülmelidir.
Ülkemizde
-birkaç teknik lise dışında- kalıpçılık üzerine eğitim verilen bir okul ya da
üniversite bulunmamaktadır. Sanayinin temeli olan kalıp, üniversiteler
tarafından bilinmemekte; ne yazık ki konu üzerine hiçbir çalışma yapılmayarak ıskalanmaktadır. Üniversiteler
tarafından desteklenmeyen hangi sektör ayakta kalabilir ki?
Bu
konuda işgücü yaratma sorumluluğu anasanayilere, yansanayilere ve ülkemizde sayısı
çok az olan kalıpçılara bırakılmıştır. Hatta biraz daha ileri giderek ülkemiz
kalıpçılarında yetişen işgücü göz ardı edilebilecek ölçekte olduğu bile
gerçekten uzak bir yaklaşım olmasa gerek.
Farklı alanlarda 4-5 yıl eğitim görmüş mühendis adayları, ancak kazara bu işe başlamışlarsa mesleki olarak gelişebilmekte; zor, ciddi bir teknik altyapı gerektiren ve aynı zamanda plastik bilimi, plastik enjeksiyon prosesi, plastik enjeksiyon makine teknolojisi gibi disiplinler arasında tutunabilirse yetişmekte ve katma değer yaratmaktadırlar. Ülkemizde bu konuda uzmanlaşmış teknik insanların sayısı çok ama çok azdır. Bu durum ise alttan gelen mühendis adayların yetişmesini engellemekte ve yavaşlatmaktadır.
Özetle, kalıp teknolojisi
anlamında iç dinamiklerimiz, - potansiyelimize göre- katma değer yaratacak ve
yoğun dış ilgi çekecek ölçüde kazançlar sağlamaya yeterli değildir. Dolayısıyla
ayakta kalabilmenin ve sürdürülebilir bir gelişim sağlayacak ivmeyi yakalamanın
tek yolu, devletin konuya ciddi olarak eğilmesi; gerçekçi, konuya hakim sektör
liderleriyle birlikte bir “vizyon” belirlemesidir. Yanısıra acilen bir “gelişim
planı taslağı” ve “proje planı” oluşturmalıdır.
Dünyanın kalıp sektörü gelişmiş
olan tüm ülkelerinde kalıpçılar, devletler tarafından desteklenmektedir. Finansal
ve vergisel birçok avantaj sağlanmaktadır. Örneğin; Çin kalıpçılarının,
dışsatım yaptığı tüm kalıplarda çok ciddi vergi avantajları bulunmaktadır. Kore
kalıpçılarının neredeyse tümü, iç pazara çalışmakta ve son 15 yılda ortaya
çıkardıkları Samsung, LG, Hyundai, Kia gibi markalarla paralel olarak
büyümektedirler. Örneğin bu markalar öyle stratejik finansal ortam
oluşturmaktadır ki, ister istemez ana sanayilere hizmet eden yan sanayiler
büyük ölçüde Kore kalıpçıları dışında firmalarla çalışacak kalıpçı bulamamaktadırlar.
Almanya, Fransa, İtalya ve Portekiz (belki bunlara Japonya’da eklenebilir.)
gibi genelde Avrupa, Japonya, Kuzey Amerika ve Brezilya gibi marketlere hizmet
veren kalıpçılar ise hem örgütsel güçleri hem devlet destekleri ve en başta
belirttiğim yetkin işgücü ile yeni ve yüksek teknoloji kalıpları üretme
alanında neredeyse tekel durumundadırlar. Eğer katma değeri yüksek parçalar
üretecekseniz, ancak bu ülkelerin kalıpçılarıyla çalışarak riskleri minimize edebilirsiniz.
Özetle; ülkeler bu noktada stratejilerini, ellerindeki potansiyele göre
şekillendirmiş durumdadırlar ve çarklar da dönmektedir.
Tüm bu koşullar
düşünüldüğünde, kalıpçılığın topraklarımızdaki durumunu net olarak görebiliriz.
Devletin -özellikle kalıpçılık anlamında- neredeyse hiçbir ekonomik desteği
bulunmamaktadır. Geleceğe dair hiçbir stratejisi yoktur. Zaten düşük kar majlarıyla
çalışan firmalar finansal sıkıntılar çekmekte, bunu gidermek içinse daha fazla iş
almaktadırlar. Bu nedenle de kalıp ve dolayısıyla proje kalitesini
düşürmektedirler. Sanayi Bakanlığının bu dal ile ilgili bırakın bir girişimi ya
da yol gösterici tutum sergilemesini, konuya çok uzak olduğu net bir biçimde
ortadadır. Otomotiv zincirinin en önemli halkalarından biri olan kalıp, sadece
ve sadece kendi kaderine bırakılmış bir görüntü sergilemektedir. Bu durum sürerse
-anasanayilerin fiyat baskısı altında- bu pazar, başka ülkelere kayacaktır (halen
de kaymaktadır).
Ülkemizin genç nufusu ve
işsizlik durumu göz önününe alındığında, dal ne olursa olsun, akılcı bir strateji
ve yaklaşımlarla hangi alan olursa olsun sektörü ayağa kaldırma potansiyeli
bulunmaktadır. Diğer gelişmiş ülkelerden -üretime dayalı sanayinin ön plana
alınması dışında- hiçbir eksiğimiz yoktur. Bu konu da zaten başlıbaşına bir kilometre
taşıdır. Bu olgu, ülke gelişiminin başlangıcı ve itici gücü olarak
düşünülmelidir.
Bu sektöre hizmet veren
tüm firmaların UKUB önderliğinde, daha odaklanmış biçimde örgütlenerek ve zaman
kaybetmeden önce birbirleriyle; sonra devletle sıkı bir diyaloğa girmesi
gerekmektedir. Sektörel potansiyeli net bir biçimde anlatılmalı, ülkeye
faydaları açık analizlerle ortaya koyulmalıdır. Devletin bu konuya eğilmesi
için yapılan çalışmalar usanmadan, ısrarla sürdürülmelidir ve artık sonuç
alınmalıdır. Bunun yanında UKUB’un da özellikle küçük ve orta ölçekli
kalıpçılara elle tutulur, gözle görülür faydalar sağlaması, kalıpçıların bu birliğe olan inancını
pekiştirecektir. Türkiye’deki her bir kalıpçı UKUB’a üye olduğunda bundan fayda
sağlayacağı kanıtlanmalıdır. Örneğin;
eğitimlerin arttırılması, nispeten kolay ulaşılabilir kredilerin sağlanması,
kalıpçıların maliyetli satınalma kalemlerini bir çatı altında toplayarak,
kalite ve maliyet verimliliği arttırılması sağlanabilir. Sektöre hizmet veren
kalıpçı yan sanayilerinin satınalma
hacimleri ne olursa olsun sınıflandırılmadan
–makine, sıcak yolluk, çelik, standart elemanlar v.b- iletişimi
arttırılarak daha etkili bir sinerji yaratılabilir. Bu sinerji, sektöre yön
veren anasanayiler başta olmak üzere, yansanayilerle de buluşturularak,
yurtdışına giden işlerin geri dönmesini sağlayabilir.
Tüm bunlardan yola çıkarak UKUB, öncelikle; topraklarımızdaki anasanayi
ve yansanayi kalıp satınalıcılarıyla frekansı yüksek toplantılar yapmalıdır. Bu
toplantılarda ise Türk kalıpçılarının tanıtımını yapmalı, yetkinlikleri
konusunda bilgi vermeli. Ve firmalarımızın yaratabilecekleri "değerler"
konusunda da onları ikna etmelidir. Bu özgüven kalıpçılarımızda vardır...
Ali
Özgür Bozkurt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder