8 Temmuz 2014 Salı

Türkiye Plastik Enjeksiyon Kalıpçılığı Üzerine…

Bir ülkede plastik enjeksiyon kalıbı sektörünün varlığı ve gücü konuşulurken; sadece elde edilen toplam cironun analitik olarak değerlendirilmesi kısır bir yaklaşımdır. Bu verilerin yanında o sektörde çalışanların işgücü, adedi, deneyimi, yetkinlikleri, liderlerinin kalitesi, altyapısı, teknoloji kullanabilme yetisi ve (belki de) örgütlenmesi de göz önünde bulundurulmalıdır.

Aslında sektörel ciro hacminin ve gelecek projeksiyonunun, söz konusu diğer alanların yanında pek de önemli olmadığını artık kabul etmemiz gerekmektedir. Çünkü ciro, diğerlerinin varlığıyla ortaya çıkan değerlerden yalnızca biridir. Yukarıda belirttiğim olgular ise cironun sağlıklı biçimde artması ve sürdürülebilir olmasının teminatıdır. Dolayısıyla önümüzdeki 10 yıllara biçilen hedeflerin de göz boyamaktan öte bir anlam ifade etmediği görülmelidir.
Ülkemizde -birkaç teknik lise dışında- kalıpçılık üzerine eğitim verilen bir okul ya da üniversite bulunmamaktadır. Sanayinin temeli olan kalıp, üniversiteler tarafından bilinmemekte; ne yazık ki konu üzerine hiçbir çalışma yapılmayarak ıskalanmaktadır. Üniversiteler tarafından desteklenmeyen hangi sektör ayakta kalabilir ki?

Bu konuda işgücü yaratma sorumluluğu anasanayilere, yansanayilere ve ülkemizde sayısı çok az olan kalıpçılara bırakılmıştır. Hatta biraz daha ileri giderek ülkemiz kalıpçılarında yetişen işgücü göz ardı edilebilecek ölçekte olduğu bile gerçekten uzak bir yaklaşım olmasa gerek.

Farklı alanlarda 4-5 yıl eğitim görmüş mühendis adayları, ancak kazara bu işe başlamışlarsa mesleki olarak gelişebilmekte; zor, ciddi bir teknik altyapı gerektiren ve aynı zamanda plastik bilimi, plastik enjeksiyon prosesi, plastik enjeksiyon makine teknolojisi gibi disiplinler arasında tutunabilirse yetişmekte ve katma değer yaratmaktadırlar. Ülkemizde bu konuda uzmanlaşmış teknik insanların sayısı çok ama çok azdır. Bu durum ise alttan gelen mühendis adayların yetişmesini engellemekte ve yavaşlatmaktadır.

Özetle, kalıp teknolojisi anlamında iç dinamiklerimiz, - potansiyelimize göre- katma değer yaratacak ve yoğun dış ilgi çekecek ölçüde kazançlar sağlamaya yeterli değildir. Dolayısıyla ayakta kalabilmenin ve sürdürülebilir bir gelişim sağlayacak ivmeyi yakalamanın tek yolu, devletin konuya ciddi olarak eğilmesi; gerçekçi, konuya hakim sektör liderleriyle birlikte bir “vizyon” belirlemesidir. Yanısıra acilen bir “gelişim planı taslağı” ve “proje planı” oluşturmalıdır.

Dünyanın kalıp sektörü gelişmiş olan tüm ülkelerinde kalıpçılar, devletler tarafından desteklenmektedir. Finansal ve vergisel birçok avantaj sağlanmaktadır. Örneğin; Çin kalıpçılarının, dışsatım yaptığı tüm kalıplarda çok ciddi vergi avantajları bulunmaktadır. Kore kalıpçılarının neredeyse tümü, iç pazara çalışmakta ve son 15 yılda ortaya çıkardıkları Samsung, LG, Hyundai, Kia gibi markalarla paralel olarak büyümektedirler. Örneğin bu markalar öyle stratejik finansal ortam oluşturmaktadır ki, ister istemez ana sanayilere hizmet eden yan sanayiler büyük ölçüde Kore kalıpçıları dışında firmalarla çalışacak kalıpçı bulamamaktadırlar. Almanya, Fransa, İtalya ve Portekiz (belki bunlara Japonya’da eklenebilir.) gibi genelde Avrupa, Japonya, Kuzey Amerika ve Brezilya gibi marketlere hizmet veren kalıpçılar ise hem örgütsel güçleri hem devlet destekleri ve en başta belirttiğim yetkin işgücü ile yeni ve yüksek teknoloji kalıpları üretme alanında neredeyse tekel durumundadırlar. Eğer katma değeri yüksek parçalar üretecekseniz, ancak bu ülkelerin kalıpçılarıyla çalışarak riskleri minimize edebilirsiniz. Özetle; ülkeler bu noktada stratejilerini, ellerindeki potansiyele göre şekillendirmiş durumdadırlar ve çarklar da dönmektedir.

Tüm bu koşullar düşünüldüğünde, kalıpçılığın topraklarımızdaki durumunu net olarak görebiliriz. Devletin -özellikle kalıpçılık anlamında- neredeyse hiçbir ekonomik desteği bulunmamaktadır. Geleceğe dair hiçbir stratejisi yoktur. Zaten düşük kar majlarıyla çalışan firmalar finansal sıkıntılar çekmekte, bunu gidermek içinse daha fazla iş almaktadırlar. Bu nedenle de kalıp ve dolayısıyla proje kalitesini düşürmektedirler. Sanayi Bakanlığının bu dal ile ilgili bırakın bir girişimi ya da yol gösterici tutum sergilemesini, konuya çok uzak olduğu net bir biçimde ortadadır. Otomotiv zincirinin en önemli halkalarından biri olan kalıp, sadece ve sadece kendi kaderine bırakılmış bir görüntü sergilemektedir. Bu durum sürerse -anasanayilerin fiyat baskısı altında- bu pazar, başka ülkelere kayacaktır (halen de kaymaktadır).

Ülkemizin genç nufusu ve işsizlik durumu göz önününe alındığında, dal ne olursa olsun, akılcı bir strateji ve yaklaşımlarla hangi alan olursa olsun sektörü ayağa kaldırma potansiyeli bulunmaktadır. Diğer gelişmiş ülkelerden -üretime dayalı sanayinin ön plana alınması dışında- hiçbir eksiğimiz yoktur. Bu konu da zaten başlıbaşına bir kilometre taşıdır. Bu olgu, ülke gelişiminin başlangıcı ve itici gücü olarak düşünülmelidir.

Bu sektöre hizmet veren tüm firmaların UKUB önderliğinde, daha odaklanmış biçimde örgütlenerek ve zaman kaybetmeden önce birbirleriyle; sonra devletle sıkı bir diyaloğa girmesi gerekmektedir. Sektörel potansiyeli net bir biçimde anlatılmalı, ülkeye faydaları açık analizlerle ortaya koyulmalıdır. Devletin bu konuya eğilmesi için yapılan çalışmalar usanmadan, ısrarla sürdürülmelidir ve artık sonuç alınmalıdır. Bunun yanında UKUB’un da özellikle küçük ve orta ölçekli kalıpçılara elle tutulur, gözle görülür faydalar sağlaması, kalıpçıların bu birliğe olan inancını pekiştirecektir. Türkiye’deki her bir kalıpçı UKUB’a üye olduğunda bundan fayda sağlayacağı kanıtlanmalıdır. Örneğin; eğitimlerin arttırılması, nispeten kolay ulaşılabilir kredilerin sağlanması, kalıpçıların maliyetli satınalma kalemlerini bir çatı altında toplayarak, kalite ve maliyet verimliliği arttırılması sağlanabilir. Sektöre hizmet veren kalıpçı yan sanayilerinin satınalma hacimleri ne olursa olsun sınıflandırılmadan –makine, sıcak yolluk, çelik, standart elemanlar v.b- iletişimi arttırılarak daha etkili bir sinerji yaratılabilir. Bu sinerji, sektöre yön veren anasanayiler başta olmak üzere, yansanayilerle de buluşturularak, yurtdışına giden işlerin geri dönmesini sağlayabilir.

Tüm bunlardan yola çıkarak UKUB, öncelikle; topraklarımızdaki anasanayi ve yansanayi kalıp satınalıcılarıyla frekansı yüksek toplantılar yapmalıdır. Bu toplantılarda ise Türk kalıpçılarının tanıtımını yapmalı, yetkinlikleri konusunda bilgi vermeli. Ve firmalarımızın yaratabilecekleri "değerler" konusunda da onları ikna etmelidir. Bu özgüven kalıpçılarımızda vardır...

Ali Özgür Bozkurt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder