Faşist rejimlerin ortak
özellikleri Samir Amin, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, savaşta yenilmiş
Fransa ve Belçika’da, Doğu Avrupa’nın Polonya, Romanya, Macaristan gibi bağımlı
ülkelerinde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, “bağımlı
ülkelerde” görülen faşist devletlerin, hareketlerin ortak özelliklerini
tartışıyor.
Kısaca şöyle özetlenebilir: Bu hareketler, rejimler
(1) Kapitalist düzenin
kurallarını kabul ediyorlar;
(2) Şiddetli bir ekonomik ve siyasi krizin içinde
ortaya çıkıyorlar;
(3) İşçi haklarına saldırır, baskıcı yasalar geçirirken,
bunları geriye dönük bir bakışla, bir imparatorluğun
restorasyonu, unutulmuş bir hafızanın canlandırılması gerekçelerine ya da resmi
bir devlet dinine dayandırarak meşrulaştırıyorlar;
(4) Kent orta sınıfının yanı
sıra, kapitalizmin zenginliklerinden ve kültüründen uzak kalmış, feodal,
ataerkil ilişkilere yakın kesimlerin desteğini alıyorlar;
(5) Etnik, mezhep
ayrılıklarını vurgulayan motifleri propagandalarında yoğun biçimde
kullanıyorlar.
Bunlara, her toplumsal kabarıştan sonra korkarak, sürekli bir tehdit unsuru, provokasyon yaratarak getirilen yeni baskıcı yasaları, keyfi yönetim uygulamalarını, lider ve tek adam yönetimini yerleştirmeye çalışmalarını ekleyebiliriz.
Bunlara, her toplumsal kabarıştan sonra korkarak, sürekli bir tehdit unsuru, provokasyon yaratarak getirilen yeni baskıcı yasaları, keyfi yönetim uygulamalarını, lider ve tek adam yönetimini yerleştirmeye çalışmalarını ekleyebiliriz.
Ve AKP...
AKP, şiddetli siyasi, ekonomik krizlerin ürünü olarak ortaya çıktı. Hem 28 Şubat hem de onu izleyen koalisyon hükümeti, tam anlamıyla bir yönetim krizi sergilediler. Bu sırada uluslararası hegemonyacı gücün, kendi hegemonya krizini imparatorluk ve Büyük Ortadoğu projeleriyle aşmaya çalışması da dış koşulları oluşturdu.
AKP döneminde, işçi haklarını, demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayan yasalar hep, Cumhuriyet öncesi dönemin kodlarına, dine, ahlaka yapılan göndermelerin yanı sıra “demokrasi” söylemiyle gizlenerek ilerledi. AKP’nin toplumsal tabanına bakınca, İtalyan faşizminin kırsal oy tabanına benzer, muhafazakâr, dindar, kırsal bağları güçlü, yoksul bir kesim görüyoruz. Bu kesim, sürekli dini değerler vurgulanarak, Aleviler anımsatılarak, “ecdadımız” söylemine başvurularak son derecede saldırgan, otoriter, onların düzene olan öfkesini istismar eden bir dil ile kışkırtıldılar, bir lider kültü geliştirmeye yönlendirildiler.
AKP, şiddetli siyasi, ekonomik krizlerin ürünü olarak ortaya çıktı. Hem 28 Şubat hem de onu izleyen koalisyon hükümeti, tam anlamıyla bir yönetim krizi sergilediler. Bu sırada uluslararası hegemonyacı gücün, kendi hegemonya krizini imparatorluk ve Büyük Ortadoğu projeleriyle aşmaya çalışması da dış koşulları oluşturdu.
AKP döneminde, işçi haklarını, demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayan yasalar hep, Cumhuriyet öncesi dönemin kodlarına, dine, ahlaka yapılan göndermelerin yanı sıra “demokrasi” söylemiyle gizlenerek ilerledi. AKP’nin toplumsal tabanına bakınca, İtalyan faşizminin kırsal oy tabanına benzer, muhafazakâr, dindar, kırsal bağları güçlü, yoksul bir kesim görüyoruz. Bu kesim, sürekli dini değerler vurgulanarak, Aleviler anımsatılarak, “ecdadımız” söylemine başvurularak son derecede saldırgan, otoriter, onların düzene olan öfkesini istismar eden bir dil ile kışkırtıldılar, bir lider kültü geliştirmeye yönlendirildiler.
Alman ve İtalyan faşist
rejimlerinin yerleşirken önceki rejimin kalıntılarından tümüyle
sıyrılarak özgünleşmeye başladıkları bir dönüm noktası var:
İtalyan faşizminde,Mussolini rejiminin yolsuzluklarını, seçim hilesini
belgeleyen Mateoetti’nin öldürülmesi, Almanya’da Reichstag yangını.
AKP döneminde de Cumhuriyet mitinglerinin yarattığı korku ilk baskı dalgasını, Gezi olayının yarattığı korku ikinci dalgayı getirdi. Ancak esas dönüm noktası, bu iki dalganın ardından geldi: Yasalara rağmen yapılan uygulamalar, yolsuzluk soruşturmalarının susturulması, Cumhurbaşkanı’nın yürütmenin başı gibi hareket etmeye başlaması, yeni MİT yasasıyla ardından gelen yeni polis yasası, Roboski’den Gezi olayına, Kobani protestolarına kadar cinayetlerin faillerinin bir türlü bulunamaması, kimi hükümete yakın şahısların Meclis komisyonunun ifade verme çağrısını cevapsız bırakabilmesi bence şunu gösteriyor: AKP rejimi, iktidarını bir daha gitmeyecek biçimde konsolide etmeye yönelik son adımları atıyor.
AKP döneminde de Cumhuriyet mitinglerinin yarattığı korku ilk baskı dalgasını, Gezi olayının yarattığı korku ikinci dalgayı getirdi. Ancak esas dönüm noktası, bu iki dalganın ardından geldi: Yasalara rağmen yapılan uygulamalar, yolsuzluk soruşturmalarının susturulması, Cumhurbaşkanı’nın yürütmenin başı gibi hareket etmeye başlaması, yeni MİT yasasıyla ardından gelen yeni polis yasası, Roboski’den Gezi olayına, Kobani protestolarına kadar cinayetlerin faillerinin bir türlü bulunamaması, kimi hükümete yakın şahısların Meclis komisyonunun ifade verme çağrısını cevapsız bırakabilmesi bence şunu gösteriyor: AKP rejimi, iktidarını bir daha gitmeyecek biçimde konsolide etmeye yönelik son adımları atıyor.
Ancak bu sırada, iç ve dış
dinamiklerin hızla ayrışmakta olması ilginç sonuçlar yaratabilir. Bir ekonomik
kriz beklentisi var, Carlyle gibi, kriz içinde, ucuza şirket toplayan Pentagon
bağlantılı bir yatırım şirketi ülkede
konuşlanıyor. “Barış-müzakere” süreci denen garip şey, bu haliyle
bile çıkmaza girmiş durumda, üç günde protesto olaylarında 48 kişi
ölebiliyor... Dış politika projelerinin elinde patlamış olması bir yana, AKP’nin
kamu düzeni saplantısı, ağzından düşmeyen “komplo”, “dışakıl”, “üst
akıl” açıklamaları, kontrolü kaçırmakta olan bir yönetim görüntüsü
sergiliyor.
Bu karanlık bir tablo, ama içinde
solu birleştirmeye başlayan Haziran Hareketi gibi umut verici, siyasete yeni
bir renk katmaya aday gelişmeler de var... Şimdi, ülke ya faşizm ya başka bir
şey kavşağında duruyor...
29 Ekim 2014 Cumhuriyet, Ergin
Yıldızoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder