Science dergisinin 9 Mayıs 2014 tarihli sayısında, Çin'in Kuzey ve
Güney bölgelerindeki halkların davranış biçimleri arasındaki farkları bu iki
bölgede tarımı yapılan ürünlere, güneyde pirinç ekilirken kuzeyde buğday
ekilmesine bağlayan bir araştırma yayımlandı (Talhelm ve meslektaşları, 2014)[i]. Aynı sayıdaki
bir başka makalede de bu sonuçlar özetleniyor ve yorumlanıyor (Henrich, 2014)[ii]. Makaleler, bu
iki bölge arasındaki farkların nedeninin tüm dünyada Batı toplumlarıyla Doğu
toplumları arasındaki farklar için de genelleştirilebileceğini savunuyor. Bu
yazının ilk bölümünde bu çalışmadan bahsedip makalelerden alıntılar yapacak,
sonraki bölümündeyse içinde yaşadığımız coğrafya ve kültürle benzerliklere
dikkat çekeceğim.
"Endüstriyel devrimin neden ilk kuzey Avrupa'da ortaya çıktığı
tarihin en büyük sorularındandır. M.S. 1000'de dünyaya bakan birinin ilk aklına
gelen adaylar Orta Doğu ya da Çin'de olurdu, Avrupa'da değil." (Henrich,
2014)
"On yıllardır yapılan araştırmalar, başka toplumlarla
karşılaştırıldıklarında, Batılı, Eğitimli, Endüstriyelleşmiş, Zengin
ve Demokratik (Western, Educated, Industrialized, Rich, and Democratic: WEIRD)
toplumların psikolojik olarak farklı olduğunu, hem fazlasıyla bireyci hem de
çözümleyici bir zihne sahip olduğunu göstermiştir. Yüksek düzeyde bireycilik,
insanların kendilerini başkalarından bağımsız görmeleri demektir ve bu kişiler
olumlu sayılan özelliklere sahiptir. Kendi akrabalık, kabile ya da dini
grupları dışındakilerle yeni ilişkiler kurmaya açıktırlar. Başka
birçok toplumda ise insanlar, yoğun hısım akraba ağlarının
parçasıdır ve işbirliği, güvenlik ve kişisel kimlik açısından bunlara bağlıdır.
Böylesi ortaklaşacı toplumlarda mülkiyet ortaktır, miras alınan ilişkiler
korunur ve yabancılara ya da soyut prensiplere yeğlenir." (Henrich,
2014)
"Batı kültürü daha bireycidir ve çözümleyici düşünmeye dayanır,
Doğu kültüründeyse bireyler birbirine sıkı bağlıdır ve düşünme bütünseldir.
Çözümleyici düşünme, soyut kavramları ve kurallı akıl yürütmeyi, örneğin
mantığı kullanır: Eğer A doğruysa, A'nın tersi yanlış olmalıdır. Bütünsel
düşünceyse sezgiseldir ve zıtlıkları da kabul edebilir: Hem A, hem de A'nın
tersi aynı anda doğru olabilir." (Talhelm ve meslektaşları, 2014)
"Birçok çalışma, artan bireycilik ve çözümleyici düşünmeyle buluş,
yenilikçilik ve yaratıcılık arasında bağ bulmuştur. Neden kuzey Avrupa'da
bireyci ve çözümleyici düşünme daha çoktur? Çin, ilk bin yılın sonunda
teknolojik olarak daha ileri, kurumsal olarak daha karmaşık ve daha
eğitimliydi. Neden Avrupa Çin'den daha bireyci ve çözümleyici
oldu?" (Henrich, 2014)
Talhelm ve meslektaşları, bu farkı açıklamak için önerilmiş modernleşme
ve hastalık kuramlarından bahsedip yetersizliklerini açıklıyor:
"Psikoloji, Doğu-Batı farklarını uzun uzun listelese de, bu farkların
nedenlerinin ne olduğu hakkında kabul edilmiş bir açıklamadan yoksundur.
Modernleşme kuramı, toplumların zenginleşip daha iyi eğitildikçe ve
kapitalistleştikçe daha bireyci ve çözümleyici olduğunu savunur. Bu dünya
çapında yapılmış anketlerle de kısmen desteklenir, ama Japonya, Kore ve Hong
Kong gibi, milli geliri Avrupa Birliğini aşmış yerlerin neden ısrarla
ortaklaşacı olmayı sürdürmekte olduğunu açıklamakta zorlanır (Şekil 1).
Hastalık kuramı ise salgın hastalıkların sıklıkla görülebildiği yerlerde
yabancılarla iletişimin tehlikeli olduğu ve bu durumun böyle yerlerde yaşayan
toplumları daha içe dönük ve ortaklaşacı yaptığını savunur. Çalışmalar, tarih
boyunca hastalık taşıyan mikropların görülmesiyle ortaklaşacı davranış ve
deneyime daha az açıklık arasında ilinti bulmuştur. Ama hastalıklar hava
sıcaklığıyla da ilintili olabilir."
Yangtze Nehri Bir Sınır
Çin'de Yangtze Nehri buğday yetiştiren kuzeyi pirinç yetiştiren
güneyden ayırır. Talhelm ve meslektaşları, Çin'in bu iki bölgesinde ekilen
pirinç ya da buğdayın tarımı için gereken koşulların o bölgelerde yaşayan
insanların davranışlarını ve kültürünü etkilediğini ve binlerce yıl boyunca
benimsenmiş bu kültürün yaşam koşullarının değişmesine rağmen halkların
davranışları üzerinde hâlâ etkisinin sürdüğünü savunuyor.
"Pirinçle buğday arasında sulama ve iş gücü farkı vardır. Pirinç
(çeltik) ekimi sürekli su gerektirdiği için pirinç bölgelerinde insanlar
karmaşık sulama sistemleri geliştirmiştir, bu da çiftçilerin işbirliğini
gerektirir. Sulama ağlarında her ailenin kullandığı su komşularını etkiler ve
bu yüzden pirinç çiftçilerinin su kullanımında uyum içinde olmaları gerekir.
Sulama kanallarının yapımı, temizlenmesi ve bakımı her yıl çok çalışma ister,
ve bu yalnız bireylerce değil ancak tüm köyün birlikte çalışmasıyla
yapılabilir. Pirinç ekimi çok daha zahmetlidir ve buğdaydan en az iki kat daha
fazla çalışma gerektirir.
"Orta Çağda yaşayan Çinliler iki ürün arasındaki bu büyük farkı
biliyorlardı ve 1600'lerde yazılmış bir tarım rehberi, 'Eğer insan gücü azsa,
buğday ekmek daha iyidir,' diye yazmıştır.
"Çok fazla iş gücü gereksinimi yüzünden Hindistan'dan Malezya'ya
ve Japonya'ya dek pirinç eken köylerdeki çiftçiler işbirlikçi iş gücü değiş
tokuş yöntemleri geliştirmiştir. Çiftçiler ekim zamanlarını, hasatları farklı
zamana gelecek ve birbirlerine tarlalarında yardım edebilecek biçimde
birbirlerine göre ayarlamışlardır. Bu iş gücü değiş tokuşu en çok fideleme ve
hasat zamanındadır, çünkü bunlar kısıtlı bir zaman aralığında yapılmalıdır, ki
bu da insan gücüne olan gereksinimi artırır. Ekonomik deyimle, pirinç tarlası
işbirliğini değerli yapar. Bu da pirinç çiftçilerini yoğun işbirliğine,
karşılıklı sıkı bağlar kurmaya ve sürtüşme çıkaracak davranışlardan kaçınmaya
iter.
"Halbuki buğday yetiştirmek daha kolaydır. Buğday için sulama
kanallarına gerek yoktur, çiftçiler yağmura güvenebilir, ve komşularla
işbirliği yapmak gerekmez. Ekim ve hasat, tabii ki iş gücü gerektirir, ama bu
pirinç için gerekenin yarısı kadardır. Daha az yük çiftçilerin kendi
tarlalarına, komşularına bel bağlamaya gerek kalmadan bakabilmesi
demektir."
Talhelm ve meslektaşları, Çin'in altı farklı bölgesinden gelen 1162
tane Han Çinlisi üniversite öğrencisi üzerinde yapılan deneylerin sonuçlarını o
bölgelerle ilgili başka istatistiklerle (gelir durumu, hastalıklar, vb)
birleştirerek üç ölçüte göre farkları araştırıyor: Kültürel düşünme
ölçütü, bireycilik, ve sadakat/kayırıcılık.
Şekil
2. Çözümleyici düşünme ve
bireyselliğin ölçülmesi (Henrich, 2014). (Sol: Çözümleyici düşünmenin
üçlülerle ölçülmesi. Tavşan köpekle mi eşleşir (çözümleyici yanıt), havuçla mı
(bütünsel yanıt). Orta: Bireyciliğin ölçülmesi. Kişiyle arkadaşları arasındaki
ilişki. Bireyci yanıtta "ben", ötekilerden daha büyük çizilir;
ortaklaşacı yanıttaysa yaklaşık aynı büyüklükte, hatta daha küçük. Sağ: Arkadaş
ya da yabancılarla iş ilişkisine girmek. Arkadaşınız ya da yabancı dürüst ve
para kazanıyorsunuz, onu ne kadar ödüllendirirsiniz? Arkadaşınız ya da
yabancı dürüst değil, onu ne kadar cezalandırırsınız?)
Davranış farklarını belirlemek için katılımcılara farklı deneyler
yaptırıyorlar (Şekil 2): "Üçlü seçim deneyi katılımcılara üç öğe gösterir,
örneğin, tren, otobüs, ve ray, ve bunlardan ikisini eşlemelerini ister. Bu
üçlüden iki tanesi aynı soyut sınıftan oldukları için eşlenebilir (tren ve
otobüs, taşıt sınıfındandır), iki tanesi de işlevsel ilişki yüzünden
eşlenebilir (tren, ray üstünde gider). Batılı ve bireyci kültürlere sahip
halklar daha çok soyut (çözümleyici) eşlemeleri seçerken, Doğu Asya ve öteki
ortaklaşacı kültürlerden halklar daha ilişkisel (bütünsel) eşlemeleri
seçer. Bu testler sonucunda çıkan verilere bakınca modernlik ya da
hastalık kuramlarının bu iki bölge arasındaki bütünsel düşünce farkı
açıklamadığı görülüyor. Ama tarım arazisinin daha büyük bölümünü pirinç ekimine
ayıran bölgelerden gelenlerin daha bütünsel düşündüğü sonucu çıkıyor.
"Sosyal çizge testinde katılımcılara kendilerini ve sosyal
ilişkide oldukları kişileri içinde kendilerini ve başkalarını birer çember
olarak gösterdikleri sosyal bir ağ olarak çizmeleri söylenir. Katılımcıların
kendilerine karşılık gelen çemberin büyüklüğünü öteki çemberlerin
büyüklükleriyle karşılaştırarak bir bireycilik (ya da kendini abartma) ölçüsü
belirlenir. Önceki bir çalışmada Amerikalıların kendilerini başkalarından
ortalama 6 mm daha büyük, Avrupalıların ise 3.5 mm daha büyük çizdiği gözlemlenmiştir;
Japonlarsa kendilerini biraz daha küçük çizer. Bu çalışmada, buğday
bölgelerinden gelenlerin kendilerini 1.5 mm büyük, pirinç bölgelerinden
gelenlerinse 0.03 mm küçük çizdiği gözlemlenmiştir.
Sadakat/Kayırıcılık Testi
"Bir başka deneyse sadakat/kayırıcılık üstünedir, ve amaç,
katılımcıların kendi arkadaşlarına davranışlarıyla yabancılara davranışları
arasındaki farkı belirlemektir. Ortaklaşacı kültürlerin en önemli
özelliklerinden biri burada ciddi bir fark olmasıdır. Daha önceki bir çalışma
kişilerin bir iş ilişkisine şu dört tür kişiyle girmesini inceledi: (i) Dürüst
bir arkadaş, (ii) Dürüst olmayan bir arkadaş, (iii) Dürüst bir yabancı, ve (iv)
Dürüst olmayan bir yabancı. Bu testlerdeki hikayelerde katılımcı, arkadaş ya da
yabancının yalanları yüzünden para kaybeder ya da dürüstlüğü sayesinde para
kazanır. Her durumda katılımcılar kendi paralarıyla öteki kişiyi
ödüllendirebilir, ya da cezalandırabilir. Önceki bir çalışma, Singapurluların
arkadaşlarını cezalandırmaktan daha çok ödüllendirdiklerini gösterdi.
Amerikalılar, Singapurlulara göre daha fazla olasılıkla kötü davranış yüzünden
arkadaşlarını cezalandırıyor. Aynı fark, pirinçle buğday ekenler arasında da
görülüyor: Pirinç eken bölgelerdeki insanlar kendi arkadaşlarını kayırmaya daha
yatkın, ama yabancılara davranış açısından iki bölge arasında bir fark
yok."
"Özetle sonuçlar tutarlı bir biçimde pirinç ekilen bölgelerden
gelen katılımcıların daha bütünsel düşünen, birbirine bağlı, ve buğday ekilen
bölgelerden gelenlere göre yakınlarına daha sadık/kayırıcı davrandıklarını
gösteriyor.
Doğrulayan Kanıtlar
"Bireyci ülkelerde boşanma oranları daha yüksektir, çatışmadan
kaçınan ve ilişkileri korumayı yeğleyen pirinç kültürü boşanmaya daha az
istekli olacaktır. 1996 yılında buğday ekilen bölgelerdeki boşanma oranı,
pirinç ekilenlerdekinden %50 daha yüksektir. Son 15 yıl içinde boşanma oranları
her iki bölgede de arttıysa da aradaki fark korunmaktadır.
"Bir başka fark da alınan patentlerdedir. Çözümleyici düşünenler
yaratıcılık ölçütlerinde daha iyidir ve sıradan nesneler için çok farklı
kullanımlar düşünebilir. Amerika Birleşik Devletlerinde bireyci kültürlerden
göç edenlerin daha fazla patenti vardır. Pirinç bölgelerinden gelenlerin buğday
bölgelerine göre daha az başarılı patenti vardır.
"Bu çalışma Çin'in buğday ve pirinç bölgelerinin farklı kültürleri
olduğunu gösteriyor. Çin'in pirinç bölgeleri Doğu Asya kültürünün çeşitli
göstergelerine sahip: Daha bütünsel düşünme, daha birbirine bağlı özbenlik
kurgusu, ve daha düşük boşanma oranları. Buğday yetiştiren kuzeyse Batıya daha
çok benziyor: Daha çözümleyici düşünme, bireycilik ve boşanma.
Pirinç Ekmiyor ama Kültürü
Sürüyor
"Bir başka soru da insanların çoğunluğu pirinç üretmeyi
bıraktıktan sonra pirinç kültürünün ne kadar süreceğidir. ABD'de, İskoçya ve
İrlanda'dan göç eden çoban halkların yerleştiği yerlerde şiddet oranlarının
daha yüksek olduğu ve çoğu yerel halk sürü yetiştirmeyi uzun süre önce
bırakmasına rağmen bunun sürdüğü gözlemlenmiştir."
Henrich şöyle özetliyor: "Talhelm ve meslektaşları, farklı çevre
ve teknoloji birleşimlerinin farklı sosyal düzenlerin kültürel olarak
evrilmesini etkilediğini düşünüyor. Bazı teknolojik ve çevre koşullarında,
yalnızca yoğun olarak işbirliği yapan sosyal topluluklar hayatta kalıp gelişebilir
ve yayılabilir. Yoğun işbirliği gerektirdiği için pirinç tarımı ataerkil
kavimleri yöneten sosyal kuralları geliştirmiş ve desteklemiştir. Güçlü
soylarda yetişmek özel bir tür ortaklaşacı psikoloji yaratır. Bunun tersi
olarak buğday tarımı bağımsız çekirdek haneler oluşmasına izin verir ve daha
bireyci psikolojileri geliştirir. Pirinç bölgelerinden gelenler yabancılarla
göre arkadaşlarını ödüllendirmeye daha yatkın, cezalandırmaya daha isteksizdir,
ki bu da ortaklaşacı toplumların grup içi kayırma özelliğinin bir
göstergesidir.
"Çevrebilim, sosyal öğrenme, kurumlar ve psikolojinin karşılıklı
yoğun etkileşimi sonucu kültürel evrim ortaya çıkar. Çevresel etkenler bazı
aile yapılarını, ya da sosyal düzenleri ötekilere yeğler. Kuşaklar boyu bilenip
incelik kazanarak bu kurumlar çocukların gelişim içinde kendilerini
uyarladıkları, psikolojilerine ve beyinlerine biçim veren koşulları oluşturur.
Çevresel nedenleri ortadan kalktıktan çok sonra bile bu kültürel psikolojiler
ve kurumlar yenilikçiliği, yeni kurumların ortaya çıkışını ve göçmenlerin yeni
ülkelerdeki başarısını etkilemeyi sürdürür. Bu bağlamda, buğday tarımı Batılı
düşünce ve endüstriyel devrimin kaynaklarını açıklamaya katkı yapabilir."
Talhelm ve meslektaşları da davranışların zaman içindeki korunumdan
bahsediyor: "Bu kuram, pirinç ekilen bölgeler için geçerlidir,
yalnızca pirinci eken insanlar için değil. Binlerce yıl pirinç ya da buğday
ekmiş kültürler bu pirinç ya da buğday kültürünü taşır ve sabanlarını
bıraksalar bile bu kültürü sonraki nesillere geçirirler. Basit söylemek
gerekirse pirinç kültürünü miras almak için insanın kendisinin pirinç
yetiştirmesi gerekmez."
Ya Orta Doğu ve Türkiye?
Batı ile Doğu arasındaki fark ve
bunun nedenleri sanırım son birkaç yüzyılın en çok tartışılan konularındandır,
özellikle ülkemizde ve ülkemiz gibi ikisinin arasında kalan yerlerde. Bu fark
için birkaç boyut sayılır: Batıda yönetimler katılımcı, doğuda merkezcidir.
Batılı toplumlar yeniliğe açıktır, doğu ise olanı korumaya isteklidir. Batı
bilimi sever, Doğu inancı. Bütün bu ve başka nedenlerden dolayı Batı daha
zengindir, Doğu daha fakir.
Jared Diamond, "Tüfek, Mikrop ve Çelik,"[iii] adlı
kitabında bunun tarihsel nedeni olarak coğrafyayı gösterir. Günümüzden yaklaşık
12.000 yıl öncesine dek Avrupa'nın kuzeyi buzlarla kaplıydı. Bu yüzden
uygarlık, iklimin ılıman olduğu, yenilebilir bitki ve evcilleştirilebilir
hayvanlara sahip bugünkü Orta Doğu'da başladı ve ancak sonraki bin yıllarda
buzların çekilmesiyle yavaş yavaş kuzeye yayıldı. Tarım ve hayvancılığın
gelişmesiyle önce Orta Doğu'da yerleşik düzene geçildi, ilk şehirler burada
kuruldu. Tarımın getirdiği bollukla nüfus arttı. M.Ö. 6500'de Çatalhöyük'te
5.000 ile 10.000 arası insan yaşıyordu[iv]. M.Ö. 1000'de
Mısır'ın Teb, Irak'ın Babil, ve Çin'in Haojing şehirlerinin nüfusu yaklaşık
100.000 idi. Birkaç yüz yıl öncesine dek Doğu daha kalabalık ve daha zengindi:
M.S. 1000'de Londra’nın nüfusu 40.000 kişiyken[v] Bağdat'ın
nüfusu 1 milyonu bulmuştu.
Tez, Ortadoğu İçin de Geçerli
Doğu'da nüfus artışı tarımın daha büyük alanlarda yapılabilmesi
sayesindedir. Bence Talhelm ve meslektaşlarının Çin'de pirinç ekimi için
yazdıkları, her ne kadar pirinç değil buğday, arpa vb ekilse de Orta Doğu için
de geçerlidir. Önemli olan ekilen ürünün ne olduğu değil tarımın yapılabilmesi
için kurulan sosyal düzen olmalıdır. Nil deltası ve Mezopotamya'da da, güney
Çin'de olduğu gibi, büyük nehirleri ıslah edip denetim altında tutmak, sulama
için kanallar açmak, bunların yıl boyunca bakımı, belli zamanlarda büyük
arazilerin ekimi ve hasat, çok sayıda insanın aynı anda belli bir iş bölümüne
göre çalışmasını gerektiriyordu. İlk şehirlerin, yazının, hesabın, devletlerin,
dinlerin Orta Doğu'dan çıkması buralarda gereken sosyal düzeni sağlayabilmek
içindir.
Doğu’da şehirler gibi ordular da daha büyüktü, çünkü büyük toplumlar
korunmak için büyük ordular gerektirir. Örneğin, 1066'da Normanların
İngiltere'ye girdiği Hastings Savaşı'nda ordular 10.000 kişinin altındayken
1071'de Türklerin Anadolu'ya girdiği Malazgirt Savaşı'nda her iki tarafta asker
sayısı 50.000'in üstündeydi. 1415'te İngilizlerin Fransızları yendiği Agincourt
savaşında her iki orduda yaklaşık 10.000 asker varken 1402'de Timur'un Yıldırım
Bayezit'i yendiği Ankara Savaşı'nda her iki orduda 100.000 asker vardı.
Kuzey Avrupa halkı ise Roma İmparatorluğu'nun sınırlarında yaşıyordu ve
bu yüzden uzun zaman şehirleşmemiş, küçük ve hareketli topluluklar olarak
kalmıştır. Yerleşik hayata geçtikleri zaman bile Orta Doğu ve Doğu
standartlarına göre yüzölçümü ve nüfus olarak çok küçük kontluklar, dükalıklar
oluşturmuşlardır.
Ulusların Düşüşü
Daron Acemoğlu ve James Robinson, "Ulusların Düşüşü"[vi] adlı
kitaplarında 14. yüzyılda nüfusun yaklaşık yarısını öldüren Kara Veba'nın Kuzey
Avrupa ülkelerinde nüfusu daha da seyrekleştirdiğini, böylece az sayıda kalan
insanların emeğinin daha değerli hale geldiğini ve kazandıkları bu güçle
yöneten sınıfa kendi isteklerini kabul ettirip yönetimleri daha katılımcı
olmaya zorladığını yazar. Veba, Doğu’yu da vurmuş olmasına rağmen Doğu’da
nüfuslar daha fazla olduğu ve merkezi yönetim daha uzun süredir var ve
kemikleşmiş olduğu için böyle bir özgürleştirici etki görülmemiştir.
Kuzey Avrupa'da yerel güçler aristokratik bir sınıf oluşturmuş ve bu
ülkeler merkezi bir yönetim altında birleştikten sonra bile krala (ve Protestan
bir halk olarak Güney Avrupa'ya) karşı güçlerini korumuş ve zaman içinde
demokrasiye giden yolu açmışlardır. Örneğin İngiltere'de parlamento, 1688'de
Şanlı Devrim sonrasında kralın Katolik olmasını ve parlamentonun onayı olmadan
kanun yapmasını, vergi almasını ve ordu kurmasını yasaklamıştır. Doğuda ise
kral/sultan/imparator başka her gücün üstündedir, ve gücü ilahidir: Osmanlı
Sultanı Müslümanların halifesiydi, 2. Dünya Savaşı sonunda MacArthur aksini
emredene dek Japon İmparatoru tanrısaldı.
Özetle, Doğu’da insanın hem karnını doyurmak, hem de dış düşmanlara
karşı hayatta kalabilmek için büyük topluluklara ait olması gerekmiştir. Bu
büyük toplulukların sürekliliği de ona ait olanların sorgusuz sualsiz,
gerektiğinde işçi ya da memur, gerektiğinde asker olarak itaatine dayanır. İşte
bu yüzden çok eski çağlardan beri Doğu'da toplumu bireyin önünde gören inanç ve
yönetim biçimlerinin oluştuğu söylenir. Çok büyük toplulukların içinde
bireylerin önemi yoktur, biri yerine öteki konabilir, önemli olan sayıların
çokluğunu korumaktır.
Talhelm ve meslektaşlarının Çin'deki pirinç kültürüne ait olarak
yazdığı özelliklerin bizim coğrafya için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
Olayları parçalara ayırıp bunlar için neden-sonuç kuralları belirlemeye çalışan
çözümleyici bir zihin yapımız yok. Başımıza gelenler üstünde bireyler olarak
bir etkimiz olamadığı için kaderciyiz, ve gücü kendi dışımızda "alın
yazısına", ya da ilahi bir kaynağa kolayca atfedebiliyoruz. Trafik
kazalarının, tren kazalarının, ya da maden kazalarının önüne geçilebilmesi için
bunların birilerinin ihmali, bilgisizliği, ya da beceriksizliği yüzünden
olduğunun herkes tarafından kabul edilmesi gerekir, "Hayır da şer de
Allah'tandır," diye inanılan yerlerde bu kazaların sorumluluğu için
birilerinin aranması ya da cezalandırılması anlamsızdır.
Binlerce yıldır hayatın hep aynı biçimde süregeldiği yerlerde,
yönetimin dört yılda bir ve ona benzer kişilerin verdiği oylarla değişebileceği
düşüncesi insanlara rahatsız edici gelir; böyle yerlerde yönetimin arkasında
ilahi ve hep korunacağına inanılan bir düzen aranması ve yönetici olarak o
düzenin temsilcisi olduğu düşünülenlerin desteklenmesi normaldir.
Kültürümüz Ortaklaşacı
Ortaklaşacı bir kültürümüz var; bunun bizde de "imece" gibi
iyi sonuçları olsa da, aynı zamanda herkesi bir düzeyde tutmaya çalışan ve
farklılıkları, öne çıkanları törpüleyen bir etkisi de var. Örneğin,
"nazar" inancı, çevresinden biraz daha güzel ya da başarılı olanı
kontrol altında tutmak, ona varlığının her zaman içinde bulunduğu toplumun
onayına tabi olduğunu sürekli hatırlatmak içindir. Batıda birine nasıl olduğu
sorulduğunda iyi olduğunu söyler, çünkü mutsuzluğu onun kişisel
başarısızlığının göstergesi olarak alınır; bizde ise nasıl olduğu sorulduğunda
herkes şikayet eder, çünkü başarı ve mutluluk gizlenmesi gereken şeylerdir.
Kişinin değerinin kendi kişisel özelliklerine değil ait olduğu toplum
içinde nasıl görüldüğüne bağlı olduğu yerlerde "onur,"
"namus," gibi kavramlar çok öne çıkar. İnsanlar bireyler olarak aynı
düzeyde değildir, sosyal normlar onları yukarıdan aşağıya doğru, yaşa, soya,
cinsiyete, zenginliğe, vb göre sıralar ve herkese kendi yeri sıkça
hatırlatılır. Bireylerin ayrı ayrı hakkının olmadığı yerde adalet kavramı bu
sosyal bağlar üzerinden tanımlıdır ve her soy, kavim, kabile kendisinin olanı
korur, gerekirse bunun için savaşır (kan davası), ya da kendisi cezalandırır
(töre cinayeti).
Talhelm ve meslektaşlarının araştırması, pirinç bölgelerinden
gelenlerin yabancılara göre iyi davrandıklarında arkadaşlarını ödüllendirmeye
daha yatkın, kötü davrandıklarında cezalandırmaya daha isteksiz olduğunu
gösteriyor. Bu da başka ortaklaşacı toplumlar için olduğu gibi ülkemiz için de
geçerlidir, ve insanların kendisine yabancı hissettiği partiler yerine
kendisine yakın hissettiği partilere, ortaya çıkan bütün yolsuzluklarına rağmen
neden oy vermeyi sürdürdüğünü açıklayabilir.
Bireylerin kendi başına gücünün fazla olmadığı yerlerde kişiler kendi
kimliklerini tanımlamak ve destek için sosyal bağlar arar. Herhangi bir iş için
hemen bir "tanıdık" ya da "hemşeri" araştırılır. İç
göçlerle soy, kavim gibi bağlar bozulsa bile yerlerine başkaları konur. Örneğin
futbol takımı taraftarlığı ülkemizde en önemli sosyal bağlardan biri haline
gelmiştir; "Fenerbahçeli" ya da "Beşiktaşlı" olmak bir tür
kavim gibidir; kişiye bir kimlik verir, onu güçlü bir kitlenin koruması altına
alır, hem de gücünü başkalarınınkiyle birleştirebilmesini ve kullanabilmesini
sağlar.
Bahsettiğim makalelerde binlerce yılda yerleşmiş kültürlerin onları
çıkaran çevresel koşullar ortadan kalktıktan sonra da sürdüğünden bahsediliyor.
Aynı durum ülkemiz için de geçerli. Bu yazıda bahsettiğim çalışma benzeri
çalışmaların çoğalması geçmişten günümüze miras kalmış davranışların
belirlenmesini sağlayacak, ve ülkemizde seçim sonuçlarından aile içi şiddete,
futbol teröründen göçmen işçilerin yurtdışındaki davranışlarına dek birçok
konuyu daha anlaşılabilir yapacaktır.
[i] T.
Talhelm, X. Zhang, S. Oishi, C. Shimin, D. Duan,X. Lan, S. Kitayama (2014)
"Large-Scale Psychological Differences WithinChina Explained by Rice vs
Wheat Agriculture," Science, 344: 603-608. DOI:10.1126/science.1246850
[ii] J.
Henrich (2014) "Rice, Psychology, andInnovation," Science,
344:593-594. DOI: 10.1126/ science.1253815


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder