16 Ağustos 2016 Salı

5. Ulusal Kalıpçılık Zirvesinden Akılda Kalanlar

5. Ulusal Kalıpçılık zirvesi, 1 Ekim 2015 tarihinde, UKUB’un önderliğinde gerçekleştirilmişti. Sektör oyuncularıyla bir araya gelme, sohbet etme, karşılaşılan problemlerle ilgili bilgi alışverişinde bulunma anlamında oldukça güzel bir organizasyondu. İçerik olarak ana sanayi temsilcileri yan sanayi temsilcilerinin gelinen durumu, projelerin nasıl süreçlerle ilerlediğini ve nasıl başarıldığının anlatılmasının yanı sıra akademik çalışmaların da sunulduğu zirveden hatırladıklarımı ve zirveye ilişkin düşüncelerimi özetlemek isterim. Yazının, altıncısı yapılacak zirveye katılacaklar için ipuçları vereceğini umuyorum.

UKUB Genel Başkanı Şamil Bey açılış konuşmasında, sert, çarpıcı bir dil kullanmıştı. Bu konuşmanın, olumsuz bir tablo çizmesine rağmen en beğendiğim konuşmalardan biri olduğunu belirtmek isterim. Ülkemizin kalıpçılık anlamında bulunduğu durumu anlatmak için referansın başarı hikâyeleri olmadığını düşünenlerdenim. Bulunduğumuz durum olmamız gereken konumdan ve potansiyelimizden çok aşağıdaysa; gelişim, ancak eleştirel ve fakat yapıcı bir bakış açısı ve tutumla sorunları ortaya koyarak ve kapsayıcı çözümler üretmeye çalışarak sağlanabilir.

Bu anlamda karamsar bir “büyük resim” çizen Şamil Bey, aslında içinde bulunduğumuz durumu ve gelecekle ilgili kaygılarımızı net olarak ortaya koymuştu.

Paylaştığı bilgiler ve bilimsel çalışmalarından oldukça yararlandığım bir başka konuşmacı da Prof. Dr. Erhan Budak hocamızdı. Talaşlı imalat konusunda analitik bilgilerle desteklediği konuşmasında sözünü ettiği, takım tezgâhları dinamiğinin matematiksel modellerinin oluşturulması için yapılan deneysel çalışmalar ilerisi için umut vericiydi. Tezgah verimliliğinin ve kalitesinin arttırılması anlamında umarım bu çalışmalar kalıp üreticilerine de aktarılarak pratikte de sektöre katkı sağlar.

Yıllardır sektördeki birçok kişinin beklentisi olan devlet teşviklerine ve ülke kalıpçılık politikasına ilişkin hiç konuşma yapılmamış olmasının ise zirvelerin hala en büyük eksikliği olduğunu düşünüyorum. Bu tip zirvelerde, ilgili bakanlıkların ve bakanlık uzmanlarının konu hakkında ne düşündüğü ve bu sektöre nasıl baktıklarını onların ağzında duymak,  durum analizlerimizi, stratejilerimizi ve alacağımız aksiyon planlarını doğrudan etkileyecektir.

Zirveye ilişkin bir diğer tespitim görsel sunumların kullanımına ilişkindi. Sektör potansiyelini ve trendleri izlemeyebilme bağlamında, dünyadaki kalıpçılık sektörünün durumu, ülkelerin ciroları, kalıp üretim adetleri gibi analitik değerlerin, ekonomik ve teknik bilgilerin toparlandığı grafiklerle aktarılması faydalı olabilirdi. Yıllık yapılan bu zirvelerde, içinde bulunulan yılla, geçen bir yılda olan biteni matematiksel olarak karşılaştırmak, yönümüzün doğru olup olmadığını anlamada da yararlı olabilir.

Zirveden hatırımda kalan bir konu da Çinli işçilerin metal presinin içine girerek üretim yaptığı videoydu. Görsel yönü ve iş güvenliği eksikliği nedeniyle gülüşmelere neden olmuştu. Çin konusunda yüzeysel ekonomik yaklaşımla yorumlar yapılmıştı. Bu nedenle, yıllardır yurtdışında kalıp takip eden bir mühendis olarak, yaşadığım deneyimlerle uyuşmayan bu yorumları gözeterek Çin kalıpçılığı hakkında birkaç söz söylemem gerektiğini düşünüyorum.

Seri üretimde kullanılan kalıpların çoğunun bu topraklarda üretilmesini destekleyen ve bu doğrultuda şartları zorlayan bir firmanın çalışanı olarak; Türkiye’de yürüttüğümüz projelerde birçok sıkıntı yaşıyoruz. Bu işin doğal sürecinde tabii ki problemlerle karşılaşırız; ancak bunların çözüm sürecinin maliyetlerini, moral bozukluklarını, çalışma saatlerinin fazlalığı anlamında diğer ülkelerle karşılaştırdığınızda çıkan sonuç oldukça şaşırtıcı olabilir.

Dünya’nın neredeyse üretim merkezi olan Çin’deki firmaların büyük çoğunluğunun videoda gösterildiği gibi olmadığını sanırım herkes biliyordur. Önemli olan nokta, Çinli firmaların her maliyet ve kalitede ürün üreten yapısı olduğunu kavramaktır. Ülkenin politikalarının da ekonomisini üretim üzerine kurmuş bir ülkeyi çok güçlü biçimde destekleyici olması farkı açmaktadır. Ayrıca bu üretimleri yaptıkları makineleri de artık kendileri üretebilmekte, teknolojilerini geliştirmekte ve kaliteleri her geçen gün lider teknoloji firmalarının makinelerine de yaklaşmaktadır. Politik olarak eğitime ve teknolojiye çok ciddi yatırımlar yapmaktadırlar; günümüz baş döndürücü teknolojik gelişim sürecinde arayı hızlı kapatacaklarından şüphem yok. Bu anlamda, sadece Çin’i pahalanıyor kabulüyle yola çıkmak bizi yanıltabilir.

Zirvede, ülkemizde kalıp maliyetinin, hala kalıbın tasarlanması, işlenmesi ve satın alma kalemlerinden oluştuğunun kabul edildiği gibi bir algıya kapıldım. Yukarıda sayılanların yanı sıra, parça tasarımına verilen kalıplanabilirlik desteği, CAE analizleri, müşterinin beklentilerini anlayarak riskleri ortaya koyma ve kalıbın bu riskleri azaltacak şekilde doğru tekliflendirilmesi ve tasarlanması da ciddi maliyet kalemleridir. Bunlara ek olarak kalıbın sorumluluğunu tam anlamıyla alma bakış açısı, istenilen bilgilerin hızlı bir biçimde paylaşılması, toplantılarda kalıpçıların temsil edilmesi, proje yönetimi ve zamanlara uyum ve en önemlisi de deneme adetleri, toplam kalıp maliyetini oluşturan olgular olarak düşünmemiz gerekir. Bu gene çerçevede de Çin kalıpçılarının bizim ve birçok Avrupa ülkesinden çok önde olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Her sektörde olduğu gibi müşteriler artık daha önce karşılaşılmış problemlerle zaman harcamak istememekte, bu nedenle de tedarikçilerini bu yaklaşımla seçmektedirler. Çünkü bu tip problemlerin gerçek maliyeti hesaplanamamakla birlikte yenilikçi yaklaşımlar ve çözümü diğerleriyle karşılaştırıldığında zor sorunlara zaman ayrılmasını engellemektedir.

Kalıptan para kazanma konusu gün geçtikçe zorlaşmaktadır ve bu noktada iyi hizmet veren firmalar ister istemez diğerlerinden ayrışacaktır, karlılıklarını sürdüreceklerdir. Bu bakış açısıyla bakamayanlar bu gün belki göreceli olarak rahat olsalar da pazar hep bu verimliliği arayacağı ve bunun teknoloji ile entegrasyonunu sağlamak isteyeceği için büyük lokma başka ülkelere kaymaya devam edecektir.

Sonuç olarak Çin, gerek devlet teşvikleri gerekse sektörün gelişimi, kalıpçıların olaya bakışı anlamında doğru yolda ilerlemektedir. Kalıpçıların parça tasarımından, kalıp imalatına; denemelerden, kalıbın onayı sürecine kadar verdikleri hizmet hala çok değerli ve belki de Avrupa kalıpçılığının önündedir.

Çin kalıpçılığı konusunda verilere dayalı bir analiz yapılmaması ve Avrupa kalıpçılığının durumu ve geleceği konusunda analitik bir tartışma yürütülmemiş olmasının, yol haritası ve strateji belirleyebilme açısından zirvenin eksiklerinden olduğu düşüncesindeyim.

Sözlerimi bitirirken, 6. Ulusal Kalıpçılık Zirvesinin içeriğinin, yukarıda bahsettiğim konular göz önünde bulundurularak zenginleştirilebileceği düşüncesindeyim. Birlik ve beraberliğin bu kadar önemli olduğu bir dönemde, umarım sektöre emek vermiş ve veren herkesin katıldığı, olabildiğince somut konulara değinilen, verimli ve güzel bir zirveye tanıklık ederiz. 

9 Ağustos 2016 Salı

TÜRK ABD İLİŞKİLERİNDE DÖNÜM NOKTALARI

TÜRK ABD İLİŞKİLERİNDE DÖNÜM NOKTALARI
"Çekiç güç köklü bir çıban gibi!.. Çıbanın başını keskin bir bıçakla kesebilirsiniz, ama kökünü çıkaramazsınız. Çıkarmaya kalktığınızda nelerle karşılaşacağınız bilinmez!" 22 Ocak 1993 ekranlarda böyle dedi. 

Konu, İncirlik Üssü'nün, bizim iznimiz dışında kullanılmasının yarattığı tepki olmalıydı. Son birkaç ay içinde ve özellikle son günlerde, Çekiç Güç sözleşmelere aykırı olarak, Türkiye'nin bilgisi dışındaki uçuşlarla kamuoyunun ilgi odağı oluyordu. Demirel, o gün Genelkurmay Başkanıyla da konuştu. İncirlik Üssü'nün Türkiye'nin iradesi ve bilgisi dışında kullanılması da ilk kez olmuyordu. 


1. 1958'de Lübnan olayları sırasında, ABD Deniz Piyadeleri İncirlik üzerinden Lübnan'a aktarılmıştı 
2. U2 Casus uçakları olayı, 
3. Körfez Savaşı sırasında ABD uçaklarının İncirlik Üssü'nü kullanmaları 


1993de Demirel'in, büyükelçilerle yapılan toplantıdan çıkışta "Çekiç Güç korkuluk değil ya! Oraya getirildiğine göre, geliş amacına uygun çalışacaktır, ne yapacağını biliyorsunuz demektir. Buna baştan izin vermişsiniz! Biz izin vermezdik." diyerek ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a yanıt veriyordu. İşin aslı Çekiç Güç'ün ABD'li komutanı, ne kural, ne de Türk hükümetini dinliyordu.. Demirel, Çekiç Güç'e çıban diyerek bir başka dönemin kapısını mı açıyordu? 


BU BİR DÖNÜM NOKTASI MIYDI? 

Gerçekte Çekiç Güç, Türkiye'deki ABD varlığının çıban başıydı . Aslolan o çıbanı kurutmaktı.. Daha sonra Demirel Karadeniz İşbirliği Toplantısı'nda "Ülkeler" dedi, "tek başlarına kavgasını veremedikleri bir dünyaya karşı güçlerini birleştirerek mücadeleye yönelmelidirler." 
***
1964 yılına dönelim: 22-23 Aralık 1963. Rumlar, EOKA desteğiyle Türkleri katlediyor .. ABD'nin oyalayıcı arabuluculukları sonuç vermiyor. İsmet İnönü başbakan ve soruna çözüm arayan Londra Konferansı sonuçsuz bitiyor. Türkiye, 1964'ün Haziran ayı başlarında Kıbrıs'a çıkmaya karar veriyor Başkan Johnson’un ünlü mektubuyla bu girişim durduruluyor..

Kısa zaman sonra Amerika Türkiye'de İsmet İnönü'nün yerini alacak bir başbakan aramaya başlıyor ..General Porter diye bir Amerikalı general Ankara'ya bizzat Başkan Johnson tarafından gönderiliyor. Görevi, İsmet Paşa'nın 'hayır' dediği birtakım teklifleri, Türkiye adına kabul edebilecek bir başbakan bulmak... General Porter'in gelişi günlerinde ClA ajanları da Türkiye'de bir anket yapıyorlar..." Metin Toker'e göre aranan, ABD'ye "evet" diyecek bir aday! Aday bulunuyor. , 1965'den beri siyaset sahnesindeki Süleyman Demirel başa geçiyor. Ve işte 22 Ocak 1993 akşamı, Çekiç Güç'e, "Çıban Başı" diyen de işte bu Demirel...

ABD tarafından seçilmiş Demirel, ABD'nin buna benzer başka davranışlarına birçok kez de tepki gösteriyor .. 12 Mart'lar ve 12 Eylül'ler de…. U 2 , Haşhaş meselesinde...


Prof. Dr. İdris Küçükömer, 15 Şubat 1970 tarihli Milliyet Gazetesindeki bir yazısında : «Demirel, kendine özgü deneyleriyle yeni bir denge kurmaya çalıştığında, emperyalizmin bazı sahalardaki oyunlarıyla uyuşmaz bir pratiğe girmiştir. Şimdi Demirel'in ayağının altındaki toprak kaymaktadır.» diye yazıyor

Özeti: ABD oyunun, ancak kendi koyduğu kurallara göre oynanmasını ister. Kural Dışına çıkan oyundan atılır. Demirel iki kez atılmıştır oyundan. Başka olaylar da var, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonunda ambargo ile cezalandırıldık. " anti amerikanizm çığ gibi büyüyordu Halk ABD yanlılarını satılmış, kendine yabancı kişiler olarak görüyordu. Türkiye birçok elin müdahalesiyle toplum bir anda kaosun içine düştü ve öteden beri kaşınan sağ-sol ayırımcılığına eklenen alevi-sünni ayrımıyla debelendi durdu.. Sonuç Türkiye 12 Eylül kıskacındaydı..

Darbe sonrası başa geçen Özal, "ABD, dünyanın sorumluluğunu üzerinde taşıyor, taşıyacak" demişti Bu bakış teslimiyetçi beyinler yetiştirmiştir. Onlar göre ABD'ye karşı çıkmak imkansızdır yanlıştır. Çünkü bağımlılığımız tehlikeye girer. İşte bu nedenle, ABD, Türkiye'yi 'oltadaki balık' gibi görmektedir O nedenle ünlü mektubunda Rockefeller , "Oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur.” demiştir.

Eğer biz, ABD'nin Ortadoğu'daki çıkarlarının bekçisi olma yerine, ABD'nin o çıkarlarına karşı, ulusal çıkarlarımızı göz önüne alarak bir siyasa saptamış olsaydık, ABD'ye böylesine bağımlı kalmaz... Oltadaki balığa dönmezdik! 


Oltada Balık Türkiye 

Emin Değer’den derleme