20 Ekim 2015 Salı

Yeni Türkiye 360°

“Yeni Türkiye”, “İslam dünyasında demokratik bir istisna” derken ortaya çok ilginç bir durum çıktı. “Yeni”leşme o kadar ileri gitti ki, eskisi geride kalmakla kalmadı, bir ülke olarak Türkiye geride kalmak üzere…
 
360 derece filan...

Ankara katliamından sonra yabancı basını izleyenler bu kanının hızla yayılmakta olduğunu göreceklerdir. Geçen haftanın son üç günü içinde gördüğüm bazı başlıkları aktarmak istiyorum.

 “Suriye iç savaşı Türkiye’ye geliyor” (Foreign Policy); “Avrupa’nın hasta adamı Batı’ya mikrop bulaştırabilir” (The Times); “Mezhep savaşında Türkiye Suriye’nin peşinden gidiyor”(Financial Times); “Türkiye’nin kendisiyle 10 cepheli savaşı” (The Atlantic); “Türkiye uçurumun kenarından geri dönebilecek mi” (Reuters); “Türkiye’de iç savaş olasılığı ne kadar?” (Open Democracy); “Türkiye etnik-mezhep çatışmalarında Suriye’nin yolundan gidiyor” (The Guardian); “Kutuplaşmanın hain sonucu” (Washington Post); “Tarihinin en kötü şiddet saldırısı: Geliyorum diyen bir felaketti” (Business Insider); “Türkiye bir Abise doğru gidiyor” (Huffington Post), “Suriye Savaşı Türkiye’ye geldi” (The Daily Telegraph); “Ortadoğu’nun gelecek çökmüş devleti Türkiye” (The Asia Times).

Bizim algımız yabancıların dışardan bakarken edindiklerine tam uymuyor. Belki de, adeta “yavaş yavaş ısınan suyun içindeki kurbağa gibiyiz”. Ya da “şok” içinde olduğumuzdan olaylar hızlanırken biz bir önceki anın içinde hapsolmuşuz. Eğer, “tam biz uçacaktık şimdi herkes bize düşman, onlar algı operasyonu yapıyor” filan gibi fantezilerle kendinizi aldatmak istemiyorsanız, bu algılara, “demek ki dışardan bakanlar böyle bir resim görüyor” diyerek kulaklarımızı açmamız gerekiyor.

Dışardan bakanlar yalnızca felaket senaryoları görmüyorlar. Onlar bu resmin içindeki, “DAEŞ ile aramızda 360 derece fark var”; “Suruç’un failini tutup adalete teslim ettik”, “DAEŞ ile PKK birlikte...” Adeta “Nobel’i bana vermediniz, Allah belanızı versin” demeye gelen açıklamalarla mantıkları zorlayan, insanı acı acı gülümseten, siyasetçilere bakıp ülkenin geleceğine ilişkin olarak umutsuzluğa kapılıyorlar.


Bu devleti iyi anlamak gerekir

Türkiye dünya ekonomisinin önemli bir ticaret ve yatırım pazarı. Daha da önemlisi, ABD liderliğindeki Batı’nın kurduğu, yönettiği düzen sarsılır, yükselen güçlerce sorgulanırken Türkiye NATO üyesi, dünyanın en istikrarsız bölgesiyle Batı arasında, askeri ve siyasi açıdan gerekliliği artan bir ülke.
Batı ve NATO, yapısal, teknolojik, kültürel, finansal olarak bu ülkenin devletini oluşturan örüntünün içindedir; bu nedenle de Kees van Der Pijl’in “post colonial” devlet tanımına uyar. Bu devletlerin kendilerini bağımsız sanan hükümetleri genelde bunun fiyatını, finansal, idari, kimi zaman başka yollardan öderler. Bu yüzden Türkiye devletini yönetenlerin bazen aniden, ilk anda anlaşılamayan bir “U” dönüşü yaptıklarına da şahit oluruz.

Dışarda bu gerçeğin çok tatsız ama bir o kadar da düşündürücü yansımaları ortaya çıkmaya başladı. Atlantik’in iki yakasından iki örnek vereceğim.
Birincisi: Pentagon planlama bölümünden yetişmiş, Reagan döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi’nde bulunmuş, G. W. Bush döneminde Ulusal İstihbarat Direktörlüğü ofisinde üst düzeyde görev almış, Ulusal Güvenlik Ekonomisi alanının kurucusu sayılan Norman Bailey’in, Ankara patlamasından sonra, 13 Ekim’de World Tribune’de yayımlanan yazısının başlığı: “Türkiye çökmüş devlet olur mu? Ordu izin vermez. Bu da o kadar kötü olmaz.”

İkincisi: Avrupa’da öngörüleriyle büyük saygınlığı olan GEAP’ın (Küresel Avrupa Beklentiler Bülteni) 16 Ekim sayısındaki Türkiye bölümü: “Dört yıldır Erdoğan’ın politikaları, anlaşılamaz hale geldi, tutarsızlaştı. Türkiye kendini ekonomik, sosyal, siyasi jeopolitik bir uçurumun kenarında buldu... Her an çökebilir... Kimse Türkiye’nin, Libya’nın ya da Irak’ı yolundan gitmesini istemediğine göre, kasım seçimleri ülkenin yolunu bulmasına olanak verecek bir kaolisyonu yine üretemezse, ordu ülkeye düzen getirmekte tereddüt etmeyecektir”. “Yeni Türkiye”, “360 derece”, sil baştan mı olacak?
 
Engin Yıldızoğlu
Cumhuriyet
20-10-2015


12 Ekim 2015 Pazartesi

Stratejik Derinlik ve 1 Kasım

Türkiye dış politikada büyük bir başarıya imza attı: Birbirinin rakibi olan Amerika’yı da Rusya’yı da karşısına aldı!
 
***
Bu başarı öyküsü son günlerde iyice belirginleşti:
ABD, güvenli bölge kurulmasına yeşil ışık yakmadı, neredeyse bizim baskımızla gerçekleştirilen “eğit-donat” programını ise başarısızlığından dolayı iptal etti...
Suriye’ye müdahale etmeye başlayan Rusya ise, protestolara kulak asmadan Türkiye hava sahasını birkaç kez ihlal etti ve en sonunda doğalgaz konusunda Türkiye’nin isteğini de reddetti.
 
***
Her başarı gibi bu başarı(!) da çok uzun ve zor uğraşlardan sonra gerçekleşti; bir özet yapmaya çalışayım:

Önce Esad ile kanka idik, AB’deki “Şengen”e karşı, ortak kabine toplantısı yaptığımız Esad ile “Şamgen” vize birliği konuşuluyordu... (Artık, “Yengen” oldu deniyor!)
Sonra Ortadoğu’daki Şii nüfuzunu kırmak isteyen ABD devreye girdi, ilişkiler bozuldu, Esad, Esed oldu...

Suriye’de isyan başlatıldı, Türkiye’den isyancılara, insan ve TIR’larla malzeme yardımları gitti...
İsyancılar, Sünni İslam Radikalleri ve Kürtler olarak iki büyük grup halinde ayaklanmışlardı...
ABD Kürtlere, Türkiye Sünnilere destek verdi ve ilk ayrışma başladı...
Türkiye Şam’a kadar işgale bile taraftardı ve “Esad gitmeli” diye tutturdu; Irak’tan ders alan ABD ise, doğrudan sıcak savaşa girmek istemiyordu ve Esad konusunda da kararlı değildi; ikinci ayrılık da buradan çıktı...

Bu arada ABD ve Türkiye, Özgür Suriye Ordusu, ÖSO diye, Kürtlerin ve Radikal mezhepçilerin dışında garip bir oluşum yaratmak istediler, olmadı, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar ve IŞİD ortaya çıktı!

(ABD’nin vazgeçtiği bu eğit-donat işi, kurulamayan ÖSO projesinin bir parçasıydı.)

IŞİD, hem Esad’a, hem de Kürtler başta olmak kaydıyla, bölgedeki herkese karşı savaşmaya başladı.

Bu süreç içinde Suriye’deki Kürtler, bölgede ABD’nin güvenilir ve güçlü bir müttefiki olarak ortaya çıktılar; Türkiye onlara PKK uzantısı olarak baktı ve “terörist” dedi, ABD ile üçüncü büyük ayrışma meydana geldi.

Bu arada, Esad giderse bölgenin iyice istikrarsızlaşacağı ve IŞİD’in sadece Ortadoğu için değil bütün bir dünya için bir tehdit oluşturduğu anlaşıldı...
Esad’ı destekleyen İran ve Rusya zaten IŞİD’e karşıydı, ABD’de de IŞİD’e karşı cephe alınca iki rakip ittifak oluşturdu.

Türkiye, “Birinci öncelik Esad’a karşı savaştır” tezi ile bu ittifakın dışında kaldı.

***
Yapılan yanlışlar şöyle özetlenebilir:
1) Arap dünyasının ve Ortadoğu’nun lideri olma iddiası.
2) Artık başarısız olduğu için ABD tarafından terk edilen “Ilımlı İslam” politikasında ısrar.
3) Mezhepçi dış politikanın Suriye’de de sürdürülmek istenmesi.
4) Esad gitsin ısrarı.
5) IŞİD’le yakın ilişkiler.
6) Suriyeli Kürtlerin dışlanması.
7) Güvenli bölge kurulması ve yasak hava sahası ilanı gibi gerçekçi olmayan adımlarda ısrar.
 
***
“Stratejik Derinlik” adı altında yürütülen “mezhepçi dış politika”, önce “Komşularla sıfır sorun” ve “Kadim tarihimiz” gibi süslü sözlerle giderken sonunda, “Şerefli yalnızlık” noktasında takıldı kaldı...

Bu yalnızlığın ne kadar şerefli olduğuna tarih karar verir elbette ama, ABD-Rusya ittifakını gerçekleştirmek gibi büyük bir başarıya imza attığımız ve yalnız kaldığımız muhakkak...

Bu büyük dış politika başarısı(!) sonunda, sayıları üç milyona yaklaşan mültecilerin, ekonomik ve toplumsal yaşama getirdikleri yük ve sorunlar da trajik ölümlerle her gün vicdanları sızlatıyor.
Seçmen herhalde bu başarıyı(!), sonuçlarıyla birlikte, sandıkta değerlendirecektir!

***
Tam yazımı bitirirken, Ankara’daki Barış mitingine atılan bomba haberi geldi:
Dün Suriye’nin başkentinde namaz kılmaktan söz edenler, bugün kendi başkentlerinde can güvenliğini sağlayamaz haldeler:
Bomba, barışa, demokrasiye karşı konmuştur...
Bir kez daha yeniden:
1 Kasım’da hesap soralım!
 
Emre Kongar
Cumhuriyet Gazetesi
11-10-2015