18 Kasım 2015 Çarşamba

Terörle İlgili İstatikler

Türkiye 162 ülke arasında terörde önlerde: 27. sırada
 
Her yıl açıklanan terörizm göstergeleri raporunun 2014 bilgilerine bakıyorum. Yıldan yıla artan bir eğilim söz konusu. 2014’te terör kurbanlarının / öldürülenlerin sayısı bir önceki yıla göre (18.111) yüzde 80 artarak en yüksek düzeye, 32.658’e ulaşmış. 2013’te de terör 2012’ye göre yüzde 61 artmıştı... Yani düzenli bir fazlalaşma! Bugünün rakamı, 93 ülkede 13.370 saldırıyı kapsıyor.

Terörün dünyaya maliyeti de hesaplanmış: 52.8 milyar ABD Doları. Bugüne kadarki zirve rakam.
 
2000 yılına göre maliyet artışı 10 kat..

Bulguları rapordan özetliyorum(*):
2000’den bugüne 61.000 terör saldırısı ve 140.000’i aşan ölüm.
Bu terör kurbanlarının yüzde 78’i ve terör saldırılarının yüzde 57’si 5 İslam ülkesinde gerçekleşmiş: Afganistan, Irak, Nijerya, Pakistan ve Suriye.
 
Sanırsınız ki en çok ölenler Suriye’de. Hayır Irak’ta: 9.929 kişi. Ve en çok saldırı da bu ülkede olmuş. 2003’te Amerika ve Batı bu ülkeyi yalan kimyasal silah haberleriyle parçalamıştı. İngiliz yardakçı, eski üçüncü yolcu başbakanı da, yakınlarda itiraflarda bulunmuştu. 2003’ten beri bitmek bilmez bir saldırı ve ölüm kâbusu içinde yaşıyor Irak.
Saldırıların yarısından fazlası (yüzde 51’i) Boko Haram örgütü ve IŞİD tarafından gerçekleştirildi.
 
Boko Haram ve IŞİD başrollerde

Boko Haram 453 saldırıda 6.643 kişiyi öldürmüş. Tabii bunların yüzde 77’si sivil insan.

IŞİD ise 1071 saldırıda 6.073 kişiyi öldürmüş, ölenlerin yüzde 44’ü sivil... IŞİD 100 kadar ülkede faaliyette ve 30.000 kadar teröristi var. 2013’te yabancı ülkelerden Suriye ve Irak’a 10 bin, 2014’te 190 bin ve 2015’in ilk yarısında ise 7 bin terörist gitmiş.


Terörden ölenlerin sayısının bir önceki yıla göre en çok arttığı ülke ise Nijerya, toplam ölüm: 7.512. Önceki yıla göre yüzde 300 artış.

Ülkelerin yüzde 60’ında terörden ölen kimse yok... Batı ülkelerinde (11 Eylül İkiz Kuleler saldırısı hariç) terörden ölenlerin oranı sadece yüzde 0.5. Şüphesiz: Terör aktivitelerinin ana nedeni politik.
 
Terör kurbanı sıralamasında ilk 10 ülke:

1. Irak; 2- Afganistan, 3. Nijerya, 4. Pakistan, 5. Suriye, 6. Hindistan, 7. Yemen, 8. Somali, 9. Libya, 10. Tayland.

Burada 10 ülkenin 8 tanesi İslam ülkesi ve Hindistan’da da Hindu-Müslüman çatışmasını eklersek 9 ülkeye çıkar!

Raporda bir de dünyada cinayetlerle de ilgili bilgi var. Buna göre cinayet kurbanlarının sayısı terör kurbanlarından 13 kat fazla. Dünyada 100 bin kişi başına düşen cinayet oranı 6.24. Terörde ise bu oran 0.47.

2012’de dünyada cinayete kurban gidenlerin sayısı 437.000!

Yani dünya hiçbir açıdan tekin, güvenli değil, terörden kaçıyorsunuz ama cinayete kurban gidiyorsunuz. Güney Afrika’da Cape Town, cinayetin en çok işlendiği ikinci ülke.

Terör saldırılarından ölümlerin sayısı 2011’den itibaren büyük yükseliş göstermiş.

İslam Ülkeleri Organizasyonu’ndan IŞİD’e çok sayıda katılım var. Üyelerinden Türkiye’den katılım en çoklardan biri. Bu ülkeler dışında, en çok katılım Rusya dahil, Fransa, Almanya... Bizden fazla.
Rapor çok kapsamlı, ilgilenenler raporun tümüne bakabilir.


Özetle terör dünyanın geleceği gibi. Çok mu karamsarım!?
Durmadan terör üreten bir dünya siyasal ve ekonomik sistemi varken, karamsar olmayalım mı?
 
Orhan Bursalı
"En çok terörizm 8 İslam ülkesinde, neden acaba?"
Cumhuriyet
19-11-2015
 

10 Kasım 2015 Salı

İkiyüzlü Batı!

Demokrasi ihracı girişimleri bana hep misyonerlerle zencilerin öyküsünü anımsatır.

Kolonizatörler zamanında zenciye sormuşlar:
- Beyaz adamın gelmesiyle hayatınızda ne değişti?
- Buraya geldiklerinde onların Tanrısı vardı, bizim de topraklarımız, şimdi ise bizim Tanrımız var, onların da toprakları, demiş kara derili adam.


Ali Sirmen
Cumhuriyet
10-11-15

Kasım 2015 Seçim Değerlendirmesi

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Ersin Kalaycıoğlu’nun 2011 seçimlerinden sonraki öngörüsünü alıntılayalım: “AKP dördüncü dönem iktidarına girdiğinde hâkim parti sistemine geçmiş olacağız.” 1 Kasım sonuçları eşliğinde Prof. Kalaycıoğlu’na siyasetin ufuk çizgisini sorduk.
 
-Neredeyiz; 1 Kasım itibari ile hakim parti sistemine geçtik mi?
Bir parti dört seçim üst üste kazanan parti oldu mu, sistem hakim parti sistemi haline geliyor. Evet oradayız. Bunun kritik altyapısı şu: Seçmen zihniyetleri öyle bir dağılmıştır ki belli bir yerde ciddi boyutlarda ve sürekli bir kümelenme vardır. Bu kümelenmeyi temsil eden parti ortaya çıktığı ve çalışmaları o seçmen bloku tarafından tatmin edici bulunduğu andan itibaren büyük bir dayanışma ruhuyla o parti seçimden seçime destekleniyor.
 
Bunun ilk örneklerinden biri Japonya’daki Liberal Demokrat Parti. 1950’lerden 1990’lara kadar kritik bir çoğunlukla iktidarda kaldı. 1993’te büyük bir emlak skandalıyla çöktü. Muhalefet ancak bir süre iktidara gelmeyi becerdi. Ardından yine Liberal Demokrat Parti yönetimine dönüldü.
 
40 sene süren iktidarlar
 
-40 sene süren bir iktidardan bahsediyorsunuz.
Öyle, aynı şekilde Hindistan, 1947’den 1987’ye kadar 40 yıl Kongre Partisi tarafından yönetildi. Kongre Partisi İndira Gandhi’nin suikastla öldürülmesinin ardından çöktü. Bir süre koalisyon dönemleri yaşandı. Ve şimdi Hindu milliyetçisi olarak adlandırılan Bharatiya Janata Partisi Narendra Modi tek başına iktidara geldi. Japonya ve Hindistan, çok güçlü demokrasileri olan ülkeler değil. Hâkim parti sisteminde olup demokrasiden hiç ödün vermeden ve demokrasiyi kökleştiren tek ülke İsveç.
 
-“Hâkim partinin altyapısında ciddi seçmen kümeleşmesi var” dediniz.
Evet, buna seçmen saflaşması diyoruz. Bizde bu 1995’te oldu. Türkiye siyasetinin ortası çöktü, seçmen zihniyet olarak da sağa kaydı. Sağda yoğun bir seçmen kümeleşmesi var. Katıldığım son yirmi yıldaki seçim ve siyasal katılma araştırmalarının tamamı Türkiye’deki seçmen dağılımının özellikle sağın ortasıyla sağın sağı arasında kümelendiğini gösteriyor. Buradaki en önemli parti de AKP, sonra MHP, ardından BBP, Saadet Partisi geliyor.
 
Fakat bunların cazibesi AKP ile kıyaslanabilecek biçimde değil. AKP’nin yönetimi fire verdikçe özellikle iktisadi performans bozuldukça diğer partilere doğru oy kaçıyordu. Fakat bu seçimde başka bir faktör ortaya çıktı.
 
-Nedir o faktör?
Sağda kümelenen seçmenin iki başat partisi olan AKP ve MHP, 7 Haziran sonrasında oluşan tabloda koalisyonu engellemek için muazzam bir çaba içine girdiler. AKP son derece başarılı biçimde seçmeni “kazanımlarımız kaybolacak, hükümet bozulursa istikrar kaybolur” düşüncesine itti.
 
Sonu gelmeyen koalisyon görüşmelerini düşünerek Bahçeli’nin MHP’sinden sıtkı sıyrılan seçmen de AKP’ye destek vererek, AKP’yi tek başına iktidara getirdi. Seçmendeki tek başına bir partinin iktidar olması gereksinimi, iktisadi ve siyasi endişelerin, demokratik taleplerin, özgürlüklerin, yolsuzlukların her şeyin önüne geçti. Hepsi bir kenara bırakıldı. Seçmen “önce bir hükümet olsun, sonra bu hükümetten bunları talep ederiz” gibi bir tutum sergilemişe benziyor.
 
-“İktisadi performans bozuldukça diğerlerine oy kaçıyordu” sözünüzden hareketle soralım: Rekorunda dolar, sokağa çıkma yasakları, çatışmalar... Böyle bir yazın ardından AK Parti hanesine 5 ayda 5 milyonu nasıl ekledi?
Mesele zaten bu. AKP 7 Haziran’a göre ne ekonomik ne de siyasal bir başarı göstermeden iktidara geldi. Üstelik bu beş milyon oy artışı azımsanacak bir şey değil. Önemli bir seçmen kayması. Buradaki seçmenin önceliği de Türkiye’yi hükümetsiz bırakmamak. Sabancı Üniversitesi’nin 2015 Ekimi’nde 65 il ve 1509 seçmeni kapsayan alan araştırmasında “son bir yıldır hükümetin yaptığı ekonomik politikalar dolayısıyla ekonomik durumum kötüleşti” diyenlerin oranı geçen mayısa göre ekimde beş puan daha yükselmişti.
Sokağa çıkma yasakları, çatışmaya gelince insanlar bir felakete baktılar. Mithat Sancar’ın terminolojisiyle söylersek, ucundan iç savaş gösterildi. Bunu yaşamamak için “aman ülkeyi hükümetsiz bırakmayalım” demişe benziyor. En kestirmeden hükümet kurma yolu da zaten ideolojik olarak cazip bir yerde duran AKP’yi desteklemekten ibaretti. AKP’nin oyunu 23 milyona çıkaran o seçmenin tercihini de özellikle hükümet medyasının oluşturduğu bu algı da tayin etti.
 
Mesele orta sınıfın cılızlığı
 
-Hâkim parti sistemine dair dünyadan verdiğiniz örneklerde 40 yıl süren iktidarlar vardı. Seçmenin yüzde 49.5’i AK Parti’ye 2019 yılına kadar devam, dedi. Türkiye hâkim parti sistemine girdi ise ufukta ne var? 20 yıl daha iktidar mı?
 
Onu öngörebilmek mümkün değil. Çünkü Türkiye’nin iç ve dış gelişmelerde neyle karşılaşacağını bilmiyoruz. Türkiye’nin çoğulcu bir demokrasiyi sürdürecek bir sosyo-ekonomik yapıya değişmesi için kent yoksulu sınıfın ağırlığının azalıp iktisaden bağımsız bir orta sınıfın ağırlığının artması gerekli. Bu dönüşüm de kolay ve çabuk olamaz, birkaç kuşak isteyen bir süreç. Şu andaki seçmen bloklaşması içinde en büyük blok kent yoksullarından oluşuyor.
 
Yani kırdan kente yeni göçen, kırda hiçbir şekilde insan kaynağı geliştirici bir olanağa sahip olmamış, vasıfsız işçi olabilecek ama istihdam da edilmeyen bir kitle. Türkiye’nin en büyük seçmen bloku böyle. Bu aynı zamanda son derece muhafazakâr, dindar, gelenekçi ve milliyetçi, hatta kolayca şoven olabilen bir kitle. Bu bahsetmiş olduğum küme yüzde 40 civarında. Bu gördüğümüz kritik seçmen bloklaşmasının şu andaki en başarılı temsilcisi de AKP. Bu koşullar sürdüğü sürece AKP’nin siyasal geleceği parlak görülüyor. Bunun değişmesi için başka talepleri olan bir seçmen kitlesinin ortaya çıkması gerek.
 
Ne gibi mesela?
Yani mesela hukuk devleti isteyecek. Hukuk devletini kim talep edecektir? Hukuka uygun yönetim yatırım, üretim, ticaret yapan, çek senet alıp veren, uyuşmazlıkları adalet çerçevesinde halletme eğilimli, piyasaya bağlı çalışanlar yani orta sınıf ister.
 
Türkiye’de ise bir demokrasiyi ve onun değerler sistemini taşıyabilecek büyüklükte ve siyasetten bağımsız bir orta sınıf henüz yok. Orta sınıfımız çok cılız. Türkiye’de alt orta sınıf diyebileceğimiz kitle ise yüzde 20 civarında. Onun talepleri de kolayca susturulabilecek durumda.
 
-Hâkim parti sistemi rejim tartışmasını da getirir mi?
Hâkim parti sistemi demokrasinin dışına kolaylıkla çıkabilir. Çıkarsa, hâkim parti hegemonyacı bir parti haline dönüşür. Soğuk Savaş’taki Polonya’da, bugün Rusya’da veya Mısır’da gördüğümüz tür göstermelik muhalefetle, seçimlerle işleyen bir otoriter rejim ortaya çıkabilir.
 
-AKP hegemonyacı bir parti mi?
Oraya doğru gidiyor yavaş yavaş. Türkiye de zaten dünyada demokrasi olarak değil melez rejim veya rekabetçi otoriter rejim olarak kabul ediliyor. Bizim gibi kent yoksulu seçmen ağırlıklı seçmen bloklaşması içinde yaşayan ülkelerin genellikle otoriter rejimlere dönüştüğü bir gerçek. Çünkü demokrasiyi sürdüremiyorlar. Bizim sürdürme olanağımız olacak mı; zannetmiyorum. Bunun için koşullar çok verimkâr değil. Güçlü bir orta sınıf ya da İsveç’te olduğu gibi güçlü bir işçi sınıfı ve onların örgütlenmeleri ve duyarlılıkları olmadan demokrasi sürdürülemiyor. Türkiye’deki demokrasinin sosyo-ekonomik tabanı problemli.
 
Çünkü güçlü bir kent yoksulu, Marksist sosyologların deyimiyle lümpen-proleter bir sınıf siyasete ağırlığını koyuyor. Buna dayanan bir demokrasinin sürdürülebildiğine dair siyaset bilimi araştırmalarında hiçbir kanıta sahip değiliz.
 
-Bunu söyleyince siz, ‘Bak çobanın oyu benim oyumla bir değil’ zihniyeti diyenler olursa?
Bunlar bilimsel bulgu. Benim anlattığım, “çobanla benim oyum bir değil” savı değil. Burada kritik olan, seçmen temsilcisinden ne talep edecek, özgürlük, hukuka saygı, temiz siyaset mi? Yoksa iş, kendisinin veya yakınlarının kayrılması, hiç katkı vermeden bazı kamusal yararlar mı? Tabii bu kasten evirip çevirip çarpıtılırsa o ayrı! Söylediğim çok net: MÖ 300’lerde Aristo’dan 20 ve 21. yüzyılda Seymour Martin Lipset’e kadar demokrasilerin oluşması için güçlü ve siyasetten bağımsız bir orta sınıf olması gerektiğini ileri sürmüş düşünürler vardır. Bu savların yanlışlanamadığı da görülmektedir.
Türkiye’de güçlü bir orta sınıf yok, onun yerine kalabalık bir istihdam dışı kent yoksulu tabaka var. Orta sınıfın talebi özgürlük, haklar ve hukuk devletidir. Oysa istihdam dışı kent yoksullarının hukukun kendilerine yaradığını düşündüklerini gösteren bir kanıt da yok, hukuk dışı uygulamalardan olumsuz olarak etkilendikleri, özellikle yolsuzluklardan şikâyetçi olduklarını gösteren kanıt da yok.
 
Hukuk devletinin pahalılığı
 
-Neden?
Çünkü içinde yaşadıkları ortam hukukun içinde değil zaten. İnsan kaynakları gelişimi düzeyi fevkalade düşük bir tabakadan bahsediyoruz. Bu kitlenin hukuk devleti bilgisi de yok, yaşadığı ortamda hukuka uymanın maliyeti de oldukça fazla. Gecekonduda oturan, kayıt dışı ekonomide çalışan, elektrik, su vb. hizmetleri ödeme gücü olmadığı için bunları bedava temin etmeye çalışan geniş kitlelerden söz ediyoruz. Bu tür bir yaşantının hukuk devleti, adalet ve hukuk kurallarına uygun işleyen bir imar, trafik, enerji vb. yasası talep etmek gibi bir lüksü olabilir mi? Hukuk devletinin bir iktisadi getirisi var, kalkınma sağladığını Daron Acemoğlu ve James Robinson kitaplarında ispatlıyorlar.
 
Ancak, hukuk devleti aynı zamanda pahalı da, kullandığınız elektriğin, suyun, kanalın faturasını ödeyecek, trafik kurallarına uyarak araç kullanacak, imar yasalarına uygun ev yapacaksınız. Bu masraflara katlanmak için profesyonel meslek sahibi olmak ve o düzeyde gelir gerekiyor. Onun için orta sınıfın yaygın olduğu ülkelerde hukuk devleti ve ona dayalı çalışan bir demokrasi yaşıyor ve ekonomi kalkınıyor. Bugün önümüzdeki sorun da bu: Demokrasi olmadan hukuk devleti olmuyor, hukuk devleti olmadan ekonomik kalkınma olmuyor, ama Türkiye henüz yarışmacı bir otoriter devlet. O zaman önümüzdeki gündem nasıl gelişecek? Herhalde çok sancılı olacak, hep beraber yaşayıp göreceğiz.
 
1 Kasım, 7 Haziran faslında nasıl bir HDP parantezi açarsınız?
HDP’nin yüzde10’u geçmesi Kürt oylarının her şeye rağmen önemli bir kısmının HDP’de kaldığını gösteriyor. Geçen sürede HDP üzerine muazzam bir kampanya yürütüldü. PKK, HDP’yi Meclis içinde çalışamaz hale getirmek için elinden geleni yaptı. Keza AKP, HDP’yi terör örgütü ilan etti. HDP’li isimleri televizyon programlarına çıkaranlar, söyleşi yapanlar neredeyse teröristlikle suçlandı. MHP de HDP’yi gayri meşru ilan ederek, Meclis’te görmezden geleceğini ilan ederek dışladı. Tüm bunlara karşın HDP yüzde 10’u geçti, ama kendi oyunun dörtte birini de kaybetti.
 
-7 Haziran’ın “Erdoğan Kürtleri tamamen kaybetti” sonucu çöktü mü?
Evet, çünkü daha önceleri AKP’ye oy vermiş muhafazakâr ve kısmen orta sınıf Kürtler gördüler ki, bir partinin iktidara gelip de PKK ile yeniden uzlaşma aramaya başlamaması durumunda çok ciddi kayba uğrayacaklar. Bunu değiştirebilecek parti olarak da AKP’yi gördüler. Tekrar AKP’ye oy verdiler. Bu, bir nevi ölümü gösterip sıtmaya razı etmekti. AKP böyle bir strateji izledi, bu strateji de şimdilik tutmuşa benziyor.
 
-CHP’nin oyunun yerinde sayması?
Çok normal, CHP’nin olduğu ideolojik pozisyonda zaten çok az seçmen var. Türkiye’nin solu kısmen meflûç durumda. Türkiye’de temelde kendini solda görenlerin oranı yüzde 15-20 civarında, solun içinde de CHP’nin olduğu yerde kendini görenlerin oranı daha da düşük, seçmenin yüzde 8 -12’si civarında. CHP orada yüzde 25 oy alıyor. Bu yüzde 25’i insanlar küçük görüyorlar ancak o yüzde 25, CHP’nin doğal olarak alabileceği oyun iki, üç katıymış gibi görülüyor. Bu artışı CHP daha merkezde olan, liberal ya da daha ılımlı vb. kişilerden oy alarak sağlıyor.
 
-MHP’nin eriyişi için fikriniz?
MHP’nin ideolojik konumu AKP ile çok yakın, seçmen tabanı da öyle. Seçmenin gözünde Meclis’teki partiler arasında en sağdaki parti AKP, onun hemen solundaki parti de MHP. Bu iki parti arasında kaymalar çok kolay olabiliyor.
 
Nitekim genellikle ekonomi kötüleştiğinde AKP seçmenlerinin bir kısmı MHP’ye kayıyor, iyileştiğinde de tersi oluyor. Ancak, “1 Kasım 2015 tekrar seçimi” kendine özgü bir seçimdi; onun için orada ekonomiden çok MHP ve onun liderinin ‘Mr. No’ tutumu rol oynadı gibi gözüküyor. MHP’ye oy verildiğinde yine aylarca o hükümete olmaz, buna olmaz, denecek ve HDP’yi Meclis dışına atmakla uğraşılarak vakit geçirilecekti izlenimi doğmuştu. Onun yerine benzer bir ideolojik konumdaki AKP’yi desteklemekte MHP seçmeninin önemli bir kısmı beis görmedi.
 
Selin Ongun
Cumhuriyet Gazetesi
10-11-15

20 Ekim 2015 Salı

Yeni Türkiye 360°

“Yeni Türkiye”, “İslam dünyasında demokratik bir istisna” derken ortaya çok ilginç bir durum çıktı. “Yeni”leşme o kadar ileri gitti ki, eskisi geride kalmakla kalmadı, bir ülke olarak Türkiye geride kalmak üzere…
 
360 derece filan...

Ankara katliamından sonra yabancı basını izleyenler bu kanının hızla yayılmakta olduğunu göreceklerdir. Geçen haftanın son üç günü içinde gördüğüm bazı başlıkları aktarmak istiyorum.

 “Suriye iç savaşı Türkiye’ye geliyor” (Foreign Policy); “Avrupa’nın hasta adamı Batı’ya mikrop bulaştırabilir” (The Times); “Mezhep savaşında Türkiye Suriye’nin peşinden gidiyor”(Financial Times); “Türkiye’nin kendisiyle 10 cepheli savaşı” (The Atlantic); “Türkiye uçurumun kenarından geri dönebilecek mi” (Reuters); “Türkiye’de iç savaş olasılığı ne kadar?” (Open Democracy); “Türkiye etnik-mezhep çatışmalarında Suriye’nin yolundan gidiyor” (The Guardian); “Kutuplaşmanın hain sonucu” (Washington Post); “Tarihinin en kötü şiddet saldırısı: Geliyorum diyen bir felaketti” (Business Insider); “Türkiye bir Abise doğru gidiyor” (Huffington Post), “Suriye Savaşı Türkiye’ye geldi” (The Daily Telegraph); “Ortadoğu’nun gelecek çökmüş devleti Türkiye” (The Asia Times).

Bizim algımız yabancıların dışardan bakarken edindiklerine tam uymuyor. Belki de, adeta “yavaş yavaş ısınan suyun içindeki kurbağa gibiyiz”. Ya da “şok” içinde olduğumuzdan olaylar hızlanırken biz bir önceki anın içinde hapsolmuşuz. Eğer, “tam biz uçacaktık şimdi herkes bize düşman, onlar algı operasyonu yapıyor” filan gibi fantezilerle kendinizi aldatmak istemiyorsanız, bu algılara, “demek ki dışardan bakanlar böyle bir resim görüyor” diyerek kulaklarımızı açmamız gerekiyor.

Dışardan bakanlar yalnızca felaket senaryoları görmüyorlar. Onlar bu resmin içindeki, “DAEŞ ile aramızda 360 derece fark var”; “Suruç’un failini tutup adalete teslim ettik”, “DAEŞ ile PKK birlikte...” Adeta “Nobel’i bana vermediniz, Allah belanızı versin” demeye gelen açıklamalarla mantıkları zorlayan, insanı acı acı gülümseten, siyasetçilere bakıp ülkenin geleceğine ilişkin olarak umutsuzluğa kapılıyorlar.


Bu devleti iyi anlamak gerekir

Türkiye dünya ekonomisinin önemli bir ticaret ve yatırım pazarı. Daha da önemlisi, ABD liderliğindeki Batı’nın kurduğu, yönettiği düzen sarsılır, yükselen güçlerce sorgulanırken Türkiye NATO üyesi, dünyanın en istikrarsız bölgesiyle Batı arasında, askeri ve siyasi açıdan gerekliliği artan bir ülke.
Batı ve NATO, yapısal, teknolojik, kültürel, finansal olarak bu ülkenin devletini oluşturan örüntünün içindedir; bu nedenle de Kees van Der Pijl’in “post colonial” devlet tanımına uyar. Bu devletlerin kendilerini bağımsız sanan hükümetleri genelde bunun fiyatını, finansal, idari, kimi zaman başka yollardan öderler. Bu yüzden Türkiye devletini yönetenlerin bazen aniden, ilk anda anlaşılamayan bir “U” dönüşü yaptıklarına da şahit oluruz.

Dışarda bu gerçeğin çok tatsız ama bir o kadar da düşündürücü yansımaları ortaya çıkmaya başladı. Atlantik’in iki yakasından iki örnek vereceğim.
Birincisi: Pentagon planlama bölümünden yetişmiş, Reagan döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi’nde bulunmuş, G. W. Bush döneminde Ulusal İstihbarat Direktörlüğü ofisinde üst düzeyde görev almış, Ulusal Güvenlik Ekonomisi alanının kurucusu sayılan Norman Bailey’in, Ankara patlamasından sonra, 13 Ekim’de World Tribune’de yayımlanan yazısının başlığı: “Türkiye çökmüş devlet olur mu? Ordu izin vermez. Bu da o kadar kötü olmaz.”

İkincisi: Avrupa’da öngörüleriyle büyük saygınlığı olan GEAP’ın (Küresel Avrupa Beklentiler Bülteni) 16 Ekim sayısındaki Türkiye bölümü: “Dört yıldır Erdoğan’ın politikaları, anlaşılamaz hale geldi, tutarsızlaştı. Türkiye kendini ekonomik, sosyal, siyasi jeopolitik bir uçurumun kenarında buldu... Her an çökebilir... Kimse Türkiye’nin, Libya’nın ya da Irak’ı yolundan gitmesini istemediğine göre, kasım seçimleri ülkenin yolunu bulmasına olanak verecek bir kaolisyonu yine üretemezse, ordu ülkeye düzen getirmekte tereddüt etmeyecektir”. “Yeni Türkiye”, “360 derece”, sil baştan mı olacak?
 
Engin Yıldızoğlu
Cumhuriyet
20-10-2015


12 Ekim 2015 Pazartesi

Stratejik Derinlik ve 1 Kasım

Türkiye dış politikada büyük bir başarıya imza attı: Birbirinin rakibi olan Amerika’yı da Rusya’yı da karşısına aldı!
 
***
Bu başarı öyküsü son günlerde iyice belirginleşti:
ABD, güvenli bölge kurulmasına yeşil ışık yakmadı, neredeyse bizim baskımızla gerçekleştirilen “eğit-donat” programını ise başarısızlığından dolayı iptal etti...
Suriye’ye müdahale etmeye başlayan Rusya ise, protestolara kulak asmadan Türkiye hava sahasını birkaç kez ihlal etti ve en sonunda doğalgaz konusunda Türkiye’nin isteğini de reddetti.
 
***
Her başarı gibi bu başarı(!) da çok uzun ve zor uğraşlardan sonra gerçekleşti; bir özet yapmaya çalışayım:

Önce Esad ile kanka idik, AB’deki “Şengen”e karşı, ortak kabine toplantısı yaptığımız Esad ile “Şamgen” vize birliği konuşuluyordu... (Artık, “Yengen” oldu deniyor!)
Sonra Ortadoğu’daki Şii nüfuzunu kırmak isteyen ABD devreye girdi, ilişkiler bozuldu, Esad, Esed oldu...

Suriye’de isyan başlatıldı, Türkiye’den isyancılara, insan ve TIR’larla malzeme yardımları gitti...
İsyancılar, Sünni İslam Radikalleri ve Kürtler olarak iki büyük grup halinde ayaklanmışlardı...
ABD Kürtlere, Türkiye Sünnilere destek verdi ve ilk ayrışma başladı...
Türkiye Şam’a kadar işgale bile taraftardı ve “Esad gitmeli” diye tutturdu; Irak’tan ders alan ABD ise, doğrudan sıcak savaşa girmek istemiyordu ve Esad konusunda da kararlı değildi; ikinci ayrılık da buradan çıktı...

Bu arada ABD ve Türkiye, Özgür Suriye Ordusu, ÖSO diye, Kürtlerin ve Radikal mezhepçilerin dışında garip bir oluşum yaratmak istediler, olmadı, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar ve IŞİD ortaya çıktı!

(ABD’nin vazgeçtiği bu eğit-donat işi, kurulamayan ÖSO projesinin bir parçasıydı.)

IŞİD, hem Esad’a, hem de Kürtler başta olmak kaydıyla, bölgedeki herkese karşı savaşmaya başladı.

Bu süreç içinde Suriye’deki Kürtler, bölgede ABD’nin güvenilir ve güçlü bir müttefiki olarak ortaya çıktılar; Türkiye onlara PKK uzantısı olarak baktı ve “terörist” dedi, ABD ile üçüncü büyük ayrışma meydana geldi.

Bu arada, Esad giderse bölgenin iyice istikrarsızlaşacağı ve IŞİD’in sadece Ortadoğu için değil bütün bir dünya için bir tehdit oluşturduğu anlaşıldı...
Esad’ı destekleyen İran ve Rusya zaten IŞİD’e karşıydı, ABD’de de IŞİD’e karşı cephe alınca iki rakip ittifak oluşturdu.

Türkiye, “Birinci öncelik Esad’a karşı savaştır” tezi ile bu ittifakın dışında kaldı.

***
Yapılan yanlışlar şöyle özetlenebilir:
1) Arap dünyasının ve Ortadoğu’nun lideri olma iddiası.
2) Artık başarısız olduğu için ABD tarafından terk edilen “Ilımlı İslam” politikasında ısrar.
3) Mezhepçi dış politikanın Suriye’de de sürdürülmek istenmesi.
4) Esad gitsin ısrarı.
5) IŞİD’le yakın ilişkiler.
6) Suriyeli Kürtlerin dışlanması.
7) Güvenli bölge kurulması ve yasak hava sahası ilanı gibi gerçekçi olmayan adımlarda ısrar.
 
***
“Stratejik Derinlik” adı altında yürütülen “mezhepçi dış politika”, önce “Komşularla sıfır sorun” ve “Kadim tarihimiz” gibi süslü sözlerle giderken sonunda, “Şerefli yalnızlık” noktasında takıldı kaldı...

Bu yalnızlığın ne kadar şerefli olduğuna tarih karar verir elbette ama, ABD-Rusya ittifakını gerçekleştirmek gibi büyük bir başarıya imza attığımız ve yalnız kaldığımız muhakkak...

Bu büyük dış politika başarısı(!) sonunda, sayıları üç milyona yaklaşan mültecilerin, ekonomik ve toplumsal yaşama getirdikleri yük ve sorunlar da trajik ölümlerle her gün vicdanları sızlatıyor.
Seçmen herhalde bu başarıyı(!), sonuçlarıyla birlikte, sandıkta değerlendirecektir!

***
Tam yazımı bitirirken, Ankara’daki Barış mitingine atılan bomba haberi geldi:
Dün Suriye’nin başkentinde namaz kılmaktan söz edenler, bugün kendi başkentlerinde can güvenliğini sağlayamaz haldeler:
Bomba, barışa, demokrasiye karşı konmuştur...
Bir kez daha yeniden:
1 Kasım’da hesap soralım!
 
Emre Kongar
Cumhuriyet Gazetesi
11-10-2015

7 Eylül 2015 Pazartesi

Ya o Fotoğraf Olmasaydı?

Küçük Aylan’ın fotoğrafı, dünya medyalarında, izleyenlerin yüreklerinde fırtınalar yarattı. Calais’te kamplarda yaşananlar, denizde boğulanlar, frigorifik kamyonun içinde açlıktan, susuzluktan, havasızlıktan yavaş yavaş ölenler... Zaten içimiz katılmıştı, aniden bir duygu dalgası yükseliverdi...
Denizden gelmeye çalışırken yollarda ölenlere yönelik “Kurtarma gemisi değil, savaş gemisi gönderelim”, “İstila ediliyoruz”, “Karafatmalar” gibi başlıklar, yorumlar aniden “İnsan trajedisi”, “Vicdanımızı canlandırdı”, “Bir şeyler yapmak lazım” diyenlerle yer değiştirdi. Aylan’ın fotoğrafı “Göçmen krizini doğru biçimde ele almanın yolunu gösteriyor...”, birileri “Aylan’dan önce: Aylan’dan sonra” diyordu...

Peki, ya Aylan’ın fotoğrafı olmasaydı? İnsanlar onar-yüzer yollarda, yüzer biner, İslam Devleti’nin, Esad’ın, Taliban’ın, Libya’da birbirini yiyen dinci grupların elinde, insansız uçakların hedefinde ölmeye devam ederken devletten sorumlu olanlar, siyasi partilerin o her şeyi çok bilen danışmanları, gazete editörleri, TV yapımcıları, “Ne yapsak da ırkçı, şoven, yabancı düşmanı, dinci partilerin taraftarlarını yabancılaştırmasak” diye kafalarını kaşımaya devam mı edeceklerdi?

Şimdi rahatlayabiliriz! Vicdanlar ayakta, Alman şirketleri, göçmenleri fırsat olarak değerlendirirken (Spiegel 27/08), Almanlar, Avusturyalılar gelenleri karşılamak için yollarda, Macar devleti, devlet başkanı neo-faşist Orban, AB duyarlılıklarının kara listesinde.
Sokrates, Filozofun görevi herkesin üzerinde anlaştığı fikirleri sorgulamaktır” diyordu. Dediklerini yaptı, herkesin sinirine dokundu öldürdüler. Allah’tan ne filozofum ne de herkesin sinirine dokunmayı başaracak kadar akıllı. O yüzden “aniden” herkesi harekete geçiren, vicdan dalgasını, duygu seli mutabakatını sorgulamayı ben de deneyebilirim.

‘Yüzeyde boğulmak’
Kumsalda adeta uyur gibi, bir azizin, ölümün bozamadığı, parçalayamadığı, çürütemediği bedeni gibi, uzanmış Aylan’nın fotoğrafıyla karşılaşmadan, ağlamaya sonra infial duymaya başlamadan önce neler görmemiştik ki... Bağdat bombalanırken babasının kucağında, kafasının yarısı yanında sallanan küçük kız, Gazze’de füzelerin yıktığı evlerin altından çıkartılan tozlu çocuk bedenleri, açlıktan, kuraklıktan, eboladan ölen bebelerin fotoğrafları... Aylan, bu göçmen sığınmacı trajedisinde gördüğümüz ilk çocuk ölüsü de değildi.

Dahası, aslında, bu duygulara kapılmak için bu resimleri görmemize gerek de yoktu. Savaşın, hele ABD gibi bir süper güç Irak gibi bir enkaza, “şok ve huşu” uyandırmayı amaçlayan bir güç gösterisiyle saldırdığında, İsrail’in süper teknolojik ordusu, Gazze’de var olmanın sınırında zar zor yaşayabilenleri bombaladığında neler olacağını sanki bilmiyor muyduk?

Aylan’a gelene kadar “gösteri toplumunun” “içine hapsedildiğimiz dijital tecrit hücresinin” duvarlarının yüzeyine yansıyan her felaketi (reeli) hemen, yabancılar, “işlerimizi çalanlar”, “kültürümüzü kirletenler”, hatta “potansiyel teröristler” ya da “İslam işgal ediyor” gibi fantezilerle sterilize eden medya neden aniden fikir değiştirdi de birden her tarafı, tek bir resim kapladı?

Sakın, bizden bu vicdan patlamasını, duygu selini talep eden “şey”in amacı, bizim bu yüzeyde kendi gözyaşlarımızda boğularak tatsız sorular sormadan katılıp kalmamızı garanti etmek olmasın? Ya bu, aslında ne göçmen, sığınmacı krizi, ne de insani krizi ise? Ya bu adeta doğa olayı gibi, kendiliğinden gelen bir kriz değil de, kapitalizmin krizinin içinde, ekolojik kriz derinleşirken, insanın, daha açık söyleyelim, “yüzde 1’in” ne pahasına olursa olsun çıkarlarını korumaya, var olmaya devam edebilmek için çabalarken ürettiği bir “şey” ise?

Ya Aylan’ın, en kırılgan olanların, bu en kırılgan kesiminin, en zayıf, düzenin kurallarından en habersiz, en masum bireyinin bedeninde kendini gösteren, aslında uygarlığımızın geldiği aşamadaki canavarlığı, imkânsızlığı ise? Ya bu uygarlık var olduğu sürece her şey eskisi gibi olmaya devam edecekse?
 
Engin Yıldızoğlu
8-9-15
Cumhuriyet

31 Temmuz 2015 Cuma

The Fermi Paradox

Everyone feels something when they’re in a really good starry place on a really good starry night and they look up and see this:

Stars (fixed)
Some people stick with the traditional, feeling struck by the epic beauty or blown away by the insane scale of the universe. Personally, I go for the old “existential meltdown followed by acting weird for the next half hour.” But everyone feels something.
Physicist Enrico Fermi felt something too—”Where is everybody?”
________________
A really starry sky seems vast—but all we’re looking at is our very local neighborhood. On the very best nights, we can see up to about 2,500 stars (roughly one hundred-millionth of the stars in our galaxy), and almost all of them are less than 1,000 light years away from us (or 1% of the diameter of the Milky Way). So what we’re really looking at is this:
Milky Way
Galaxy image: Nick Risinger
When confronted with the topic of stars and galaxies, a question that tantalizes most humans is, “Is there other intelligent life out there?” Let’s put some numbers to it—
As many stars as there are in our galaxy (100 – 400 billion), there are roughly an equal number of galaxies in the observable universe—so for every star in the colossal Milky Way, there’s a whole galaxyout there. All together, that comes out to the typically quoted range of between 1022 and 1024 total stars, which means that for every grain of sand on every beach on Earth, there are 10,000 stars out there.
The science world isn’t in total agreement about what percentage of those stars are “sun-like” (similar in size, temperature, and luminosity)—opinions typically range from 5% to 20%. Going with the most conservative side of that (5%), and the lower end for the number of total stars (1022), gives us 500 quintillion, or 500 billion billion sun-like stars.
There’s also a debate over what percentage of those sun-like stars might be orbited by an Earth-like planet (one with similar temperature conditions that could have liquid water and potentially support life similar to that on Earth). Some say it’s as high as 50%, but let’s go with the more conservative 22% that came out of a recent PNAS study. That suggests that there’s a potentially-habitable Earth-like planet orbiting at least 1% of the total stars in the universe—a total of 100 billion billion Earth-like planets.
So there are 100 Earth-like planets for every grain of sand in the world. Think about that next time you’re on the beach.
Moving forward, we have no choice but to get completely speculative. Let’s imagine that after billions of years in existence, 1% of Earth-like planets develop life (if that’s true, every grain of sand would represent one planet with life on it). And imagine that on 1% of those planets, the life advances to an intelligent level like it did here on Earth. That would mean there were 10 quadrillion, or 10 million billion intelligent civilizations in the observable universe.
Moving back to just our galaxy, and doing the same math on the lowest estimate for stars in the Milky Way (100 billion), we’d estimate that there are 1 billion Earth-like planets and 100,000 intelligent civilizations in our galaxy.[1]
SETI (Search for Extraterrestrial Intelligence) is an organization dedicated to listening for signals from other intelligent life. If we’re right that there are 100,000 or more intelligent civilizations in our galaxy, and even a fraction of them are sending out radio waves or laser beams or other modes of attempting to contact others, shouldn’t SETI’s satellite array pick up all kinds of signals?
But it hasn’t. Not one. Ever.
Where is everybody?
It gets stranger. Our sun is relatively young in the lifespan of the universe. There are far older stars with far older Earth-like planets, which should in theory mean civilizations far more advanced than our own. As an example, let’s compare our 4.54 billion-year-old Earth to a hypothetical 8 billion-year-old Planet X.
Planet X
If Planet X has a similar story to Earth, let’s look at where their civilization would be today (using the orange timespan as a reference to show how huge the green timespan is):
Planet X vs Earth
The technology and knowledge of a civilization only 1,000 years ahead of us could be as shocking to us as our world would be to a medieval person. A civilization 1 million years ahead of us might be as incomprehensible to us as human culture is to chimpanzees. And Planet X is 3.4 billion years ahead of us…
There’s something called The Kardashev Scale, which helps us group intelligent civilizations into three broad categories by the amount of energy they use:
Type I Civilization has the ability to use all of the energy on their planet. We’re not quite a Type I Civilization, but we’re close (Carl Sagan created a formula for this scale which puts us at a Type 0.7 Civilization).
Type II Civilization can harness all of the energy of their host star. Our feeble Type I brains can hardly imagine how someone would do this, but we’ve tried our best, imagining things like a Dyson Sphere.
Dyson Sphere
Type III Civilization blows the other two away, accessing power comparable to that of the entire Milky Way galaxy.
If this level of advancement sounds hard to believe, remember Planet X above and their 3.4 billion years of further development. If a civilization on Planet X were similar to ours and were able to survive all the way to Type III level, the natural thought is that they’d probably have mastered inter-stellar travel by now, possibly even colonizing the entire galaxy.
One hypothesis as to how galactic colonization could happen is by creating machinery that can travel to other planets, spend 500 years or so self-replicating using the raw materials on their new planet, and then send two replicas off to do the same thing. Even without traveling anywhere near the speed of light, this process would colonize the whole galaxy in 3.75 million years, a relative blink of an eye when talking in the scale of billions of years:
Colonize Galaxy
Continuing to speculate, if 1% of intelligent life survives long enough to become a potentially galaxy-colonizing Type III Civilization, our calculations above suggest that there should be at least 1,000 Type III Civilizations in our galaxy alone—and given the power of such a civilization, their presence would likely be pretty noticeable. And yet, we see nothing, hear nothing, and we’re visited by no one.
So where is everybody?
_____________________

Welcome to the Fermi Paradox.
We have no answer to the Fermi Paradox—the best we can do is “possible explanations.” And if you ask ten different scientists what their hunch is about the correct one, you’ll get ten different answers. You know when you hear about humans of the past debating whether the Earth was round or if the sun revolved around the Earth or thinking that lightning happened because of Zeus, and they seem so primitive and in the dark? That’s about where we are with this topic.
In taking a look at some of the most-discussed possible explanations for the Fermi Paradox, let’s divide them into two broad categories—those explanations which assume that there’s no sign of Type II and Type III Civilizations because there are none of them out there, and those which assume they’re out there and we’re not seeing or hearing anything for other reasons:
Explanation Group 1: There are no signs of higher (Type II and III) civilizations because there are no higher civilizations in existence.
Those who subscribe to Group 1 explanations point to something called the non-exclusivity problem, which rebuffs any theory that says, “There are higher civilizations, but none of them have made any kind of contact with us because they all _____.” Group 1 people look at the math, which says there should be so many thousands (or millions) of higher civilizations, that at least one of them would be an exception to the rule. Even if a theory held for 99.99% of higher civilizations, the other .01% would behave differently and we’d become aware of their existence.
Therefore, say Group 1 explanations, it must be that there are no super-advanced civilizations. And since the math suggests that there are thousands of them just in our own galaxy, something else must be going on.
This something else is called The Great Filter.
The Great Filter theory says that at some point from pre-life to Type III intelligence, there’s a wall that all or nearly all attempts at life hit. There’s some stage in that long evolutionary process that is extremely unlikely or impossible for life to get beyond. That stage is The Great Filter.

Great Filter

If this theory is true, the big question is, Where in the timeline does the Great Filter occur?
It turns out that when it comes to the fate of humankind, this question is very important. Depending on where The Great Filter occurs, we’re left with three possible realities: We’re rare, we’re first, or we’re fucked.

1. We’re Rare (The Great Filter is Behind Us)
One hope we have is that The Great Filter is behind us—we managed to surpass it, which would mean it’s extremely rare for life to make it to our level of intelligence. The diagram below shows only two species making it past, and we’re one of them.
Great Filter - Behind Us
This scenario would explain why there are no Type III Civilizations…but it would also mean that wecould be one of the few exceptions now that we’ve made it this far. It would mean we have hope. On the surface, this sounds a bit like people 500 years ago suggesting that the Earth is the center of the universe—it implies that we’re special. However, something scientists call “observation selection effect” suggests that anyone who is pondering their own rarity is inherently part of an intelligent life “success story”—and whether they’re actually rare or quite common, the thoughts they ponder and conclusions they draw will be identical. This forces us to admit that being special is at least a possibility.
And if we are special, when exactly did we become special—i.e. which step did we surpass that almost everyone else gets stuck on?
One possibility: The Great Filter could be at the very beginning—it might be incredibly unusual for life to begin at all. This is a candidate because it took about a billion years of Earth’s existence to finally happen, and because we have tried extensively to replicate that event in labs and have never been able to do it. If this is indeed The Great Filter, it would mean that not only is there no intelligent life out there, there may be no other life at all.
Another possibility: The Great Filter could be the jump from the simple prokaryote cell to the complex eukaryote cell. After prokaryotes came into being, they remained that way for almost two billion years before making the evolutionary jump to being complex and having a nucleus. If this is The Great Filter, it would mean the universe is teeming with simple prokaryote cells and almost nothing beyond that.
There are a number of other possibilities—some even think the most recent leap we’ve made to our current intelligence is a Great Filter candidate. While the leap from semi-intelligent life (chimps) to intelligent life (humans) doesn’t at first seem like a miraculous step, Steven Pinker rejects the idea of an inevitable “climb upward” of evolution: “Since evolution does not strive for a goal but just happens, it uses the adaptation most useful for a given ecological niche, and the fact that, on Earth, this led to technological intelligence only once so far may suggest that this outcome of natural selection is rare and hence by no means a certain development of the evolution of a tree of life.”
Most leaps do not qualify as Great Filter candidates. Any possible Great Filter must be one-in-a-billion type thing where one or more total freak occurrences need to happen to provide a crazy exception—for that reason, something like the jump from single-cell to multi-cellular life is ruled out, because it has occurred as many as 46 times, in isolated incidents, just on this planet alone. For the same reason, if we were to find a fossilized eukaryote cell on Mars, it would rule the above “simple-to-complex cell” leap out as a possible Great Filter (as well as anything before that point on the evolutionary chain)—because if it happened on both Earth and Mars, it’s almost definitely not a one-in-a-billion freak occurrence.
If we are indeed rare, it could be because of a fluky biological event, but it also could be attributed to what is called the Rare Earth Hypothesis, which suggests that though there may be many Earth-likeplanets, the particular conditions on Earth—whether related to the specifics of this solar system, its relationship with the moon (a moon that large is unusual for such a small planet and contributes to our particular weather and ocean conditions), or something about the planet itself—are exceptionally friendly to life.

2. We’re the First
We're the First
For Group 1 Thinkers, if the Great Filter is not behind us, the one hope we have is that conditions in the universe are just recently, for the first time since the Big Bang, reaching a place that would allow intelligent life to develop. In that case, we and many other species may be on our way to super-intelligence, and it simply hasn’t happened yet. We happen to be here at the right time to become one of the first super-intelligent civilizations.
One example of a phenomenon that could make this realistic is the prevalence of gamma-ray bursts, insanely huge explosions that we’ve observed in distant galaxies. In the same way that it took the early Earth a few hundred million years before the asteroids and volcanoes died down and life became possible, it could be that the first chunk of the universe’s existence was full of cataclysmic events like gamma-ray bursts that would incinerate everything nearby from time to time and prevent any life from developing past a certain stage. Now, perhaps, we’re in the midst of an astrobiological phase transitionand this is the first time any life has been able to evolve for this long, uninterrupted.

3. We’re Fucked (The Great Filter is Ahead of Us)
We're fucked
If we’re neither rare nor early, Group 1 thinkers conclude that The Great Filter must be in our future. This would suggest that life regularly evolves to where we are, but that something prevents life from going much further and reaching high intelligence in almost all cases—and we’re unlikely to be an exception.
One possible future Great Filter is a regularly-occurring cataclysmic natural event, like the above-mentioned gamma-ray bursts, except they’re unfortunately not done yet and it’s just a matter of time before all life on Earth is suddenly wiped out by one. Another candidate is the possible inevitability that nearly all intelligent civilizations end up destroying themselves once a certain level of technology is reached.
This is why Oxford University philosopher Nick Bostrom says that “no news is good news.” The discovery of even simple life on Mars would be devastating, because it would cut out a number of potential Great Filters behind us. And if we were to find fossilized complex life on Mars, Bostrom says “it would be by far the worst news ever printed on a newspaper cover,” because it would mean The Great Filter is almost definitely ahead of us—ultimately dooming the species. Bostrom believes that when it comes to The Fermi Paradox, “the silence of the night sky is golden.”

Explanation Group 2: Type II and III intelligent civilizations are out there—and there are logical reasons why we might not have heard from them.
Group 2 explanations get rid of any notion that we’re rare or special or the first at anything—on the contrary, they believe in the Mediocrity Principle, whose starting point is that there is nothing unusual or rare about our galaxy, solar system, planet, or level of intelligence, until evidence proves otherwise. They’re also much less quick to assume that the lack of evidence of higher intelligence beings is evidence of their nonexistence—emphasizing the fact that our search for signals stretches only about 100 light years away from us (0.1% across the galaxy) and suggesting a number of possible explanations. Here are 10:
Possibility 1) Super-intelligent life could very well have already visited Earth, but before we were here. In the scheme of things, sentient humans have only been around for about 50,000 years, a little blip of time. If contact happened before then, it might have made some ducks flip out and run into the water and that’s it. Further, recorded history only goes back 5,500 years—a group of ancient hunter-gatherer tribes may have experienced some crazy alien shit, but they had no good way to tell anyone in the future about it.
Possibility 2) The galaxy has been colonized, but we just live in some desolate rural area of the galaxy. The Americas may have been colonized by Europeans long before anyone in a small Inuit tribe in far northern Canada realized it had happened. There could be an urbanization component to the interstellar dwellings of higher species, in which all the neighboring solar systems in a certain area are colonized and in communication, and it would be impractical and purposeless for anyone to deal with coming all the way out to the random part of the spiral where we live.
Possibility 3) The entire concept of physical colonization is a hilariously backward concept to a more advanced species. Remember the picture of the Type II Civilization above with the sphere around their star? With all that energy, they might have created a perfect environment for themselves that satisfies their every need. They might have crazy-advanced ways of reducing their need for resources and zero interest in leaving their happy utopia to explore the cold, empty, undeveloped universe.
An even more advanced civilization might view the entire physical world as a horribly primitive place, having long ago conquered their own biology and uploaded their brains to a virtual reality, eternal-life paradise. Living in the physical world of biology, mortality, wants, and needs might seem to them the way we view primitive ocean species living in the frigid, dark sea. FYI, thinking about another life form having bested mortality makes me incredibly jealous and upset.
Possibility 4) There are scary predator civilizations out there, and most intelligent life knows better than to broadcast any outgoing signals and advertise their location. This is an unpleasant concept and would help explain the lack of any signals being received by the SETI satellites. It also means that we might be the super naive newbies who are being unbelievably stupid and risky by ever broadcasting outward signals. There’s a debate going on currently about whether we should engage in METI (Messaging to Extraterrestrial Intelligence—the reverse of SETI) or not, and most people say we should not. Stephen Hawking warns, “If aliens visit us, the outcome would be much as when Columbus landed in America, which didn’t turn out well for the Native Americans.” Even Carl Sagan (a general believer that any civilization advanced enough for interstellar travel would be altruistic, not hostile)called the practice of METI “deeply unwise and immature,” and recommended that “the newest children in a strange and uncertain cosmos should listen quietly for a long time, patiently learning about the universe and comparing notes, before shouting into an unknown jungle that we do not understand.” Scary.[2]
Possibility 5) There’s only one instance of higher-intelligent life—a “superpredator” civilization (like humans are here on Earth)—who is far more advanced than everyone else and keeps it that way by exterminating any intelligent civilization once they get past a certain level. This would suck. The way it might work is that it’s an inefficient use of resources to exterminate all emerging intelligences, maybe because most die out on their own. But past a certain point, the super beings make their move—because to them, an emerging intelligent species becomes like a virus as it starts to grow and spread. This theory suggests that whoever was the first in the galaxy to reach intelligence won, and now no one else has a chance. This would explain the lack of activity out there because it would keep the number of super-intelligent civilizations to just one.
Possibility 6) There’s plenty of activity and noise out there, but our technology is too primitive and we’re listening for the wrong things. Like walking into a modern-day office building, turning on a walkie-talkie, and when you hear no activity (which of course you wouldn’t hear because everyone’s texting, not using walkie-talkies), determining that the building must be empty. Or maybe, as Carl Sagan has pointed out, it could be that our minds work exponentially faster or slower than another form of intelligence out there—e.g. it takes them 12 years to say “Hello,” and when we hear that communication, it just sounds like white noise to us.
Possibility 7) We are receiving contact from other intelligent life, but the government is hiding it.The more I learn about the topic, the more this seems like an idiotic theory, but I had to mention it because it’s talked about so much.
Possibility 8) Higher civilizations are aware of us and observing us (AKA the “Zoo Hypothesis”). As far as we know, super-intelligent civilizations exist in a tightly-regulated galaxy, and our Earth is treated like part of a vast and protected national park, with a strict “Look but don’t touch” rule for planets like ours. We wouldn’t notice them, because if a far smarter species wanted to observe us, it would know how to easily do so without us realizing it. Maybe there’s a rule similar to the Star Trek’s “Prime Directive” which prohibits super-intelligent beings from making any open contact with lesser species like us or revealing themselves in any way, until the lesser species has reached a certain level of intelligence.
Possibility 9) Higher civilizations are here, all around us. But we’re too primitive to perceive them. Michio Kaku sums it up like this:
Lets say we have an ant hill in the middle of the forest. And right next to the ant hill, they’re building a ten-lane super-highway. And the question is “Would the ants be able to understand what a ten-lane super-highway is? Would the ants be able to understand the technology and the intentions of the beings building the highway next to them?
So it’s not that we can’t pick up the signals from Planet X using our technology, it’s that we can’t even comprehend what the beings from Planet X are or what they’re trying to do. It’s so beyond us that even if they really wanted to enlighten us, it would be like trying to teach ants about the internet.
Along those lines, this may also be an answer to “Well if there are so many fancy Type III Civilizations, why haven’t they contacted us yet?” To answer that, let’s ask ourselves—when Pizarro made his way into Peru, did he stop for a while at an anthill to try to communicate? Was he magnanimous, trying to help the ants in the anthill? Did he become hostile and slow his original mission down in order to smash the anthill apart? Or was the anthill of complete and utter and eternal irrelevance to Pizarro? That might be our situation here.
Possibility 10) We’re completely wrong about our realityThere are a lot of ways we could just betotally off with everything we think. The universe might appear one way and be something else entirely, like a hologram. Or maybe we’re the aliens and we were planted here as an experiment or as a form of fertilizer. There’s even a chance that we’re all part of a computer simulation by some researcher from another world, and other forms of life simply weren’t programmed into the simulation.
________________

As we continue along with our possibly-futile search for extraterrestrial intelligence, I’m not really sure what I’m rooting for. Frankly, learning either that we’re officially alone in the universe or that we’re officially joined by others would be creepy, which is a theme with all of the surreal storylines listed above—whatever the truth actually is, it’s mindblowing.
Beyond its shocking science fiction component, The Fermi Paradox also leaves me with a deep humbling. Not just the normal “Oh yeah, I’m microscopic and my existence lasts for three seconds” humbling that the universe always triggers. The Fermi Paradox brings out a sharper, more personal humbling, one that can only happen after spending hours of research hearing your species’ most renowned scientists present insane theories, change their minds again and again, and wildly contradict each other—reminding us that future generations will look at us the same way we see the ancient people who were sure that the stars were the underside of the dome of heaven, and they’ll think “Wow they really had no idea what was going on.”
Compounding all of this is the blow to our species’ self-esteem that comes with all of this talk about Type II and III Civilizations. Here on Earth, we’re the king of our little castle, proud ruler of the huge group of imbeciles who share the planet with us. And in this bubble with no competition and no one to judge us, it’s rare that we’re ever confronted with the concept of being a dramatically inferior species to anyone. But after spending a lot of time with Type II and III Civilizations over the past week, our power and pride are seeming a bit David Brent-esque.
That said, given that my normal outlook is that humanity is a lonely orphan on a tiny rock in the middle of a desolate universe, the humbling fact that we’re probably not as smart as we think we are, and the possibility that a lot of what we’re sure about might be wrong, sounds wonderful. It opens the door just a crack that maybe, just maybe, there might be more to the story than we realize.

By Tim Urban