24 Nisan 2014 Perşembe

Aydınlanma ve Onur

"Aydınlanma, var oluş olgusunu akılla kavrama çabası demektir.
Milyonlarca, belki milyarlarca yıllık insanlık tarihinde aydınlanma tarihinin süresi (eski Yunan aydınlanmasını başlangıç olarak alırsak) sadece birkaç bin yıldır…
Buna karşılık, gerçek anlamıyla insan oluşumuz, aydınlanma süreciyle başlamıştır…

Aydınlanmayı reddeden, var oluşu akıl dışı, akıl ötesi, akıl üstü güçlerle açıklamaya çalışan anlayışlar, insanlaşma sürecinin gerisinde kalmıştır…
Böyle düşünmemekle birlikte aydınlanmadan umudu kesmiş olmak da bu süreci gerektiğince anlamamak, onun dışına düşmekle eşanlamlıdır…
Oysa insan var olduğu sürece umut hep olacaktır…
Bir tersinlemeyle, (çok bilinen bir özdeyişi tersine çevirerek) söyleyecek olursak:
İnsandan, akıldan, aydınlanmadan umut kesilmez…
 
Sadece bulunduğumuz coğrafyada değil dünyanın bütününde 20. yüzyılın en büyük aydınlanma devrimlerinden birini, belki en büyüğünü gerçekleştirmiş bir ulusuz…
Bizler, bu büyük devrimin mirasçıları, günümüzdeki temsilcileriyiz…
Karşımızdaki güçler ise, uzak ve yakın tarihimizin gelmiş geçmiş en gerici unsurlarının günümüzdeki mirasçıları, son kalıntılarıdır…
Tarihsel olarak bu savaşımın zaten en başından yenik olan, çağını çoktan tamamlamış bu gerici unsurların karşısında, üstelik yakın tarihin en büyük aydınlanma devrimlerinden birinin gerçekleştirilmiş olduğu bir ülkede umutsuz olmak ise her şeyden önce ayıptır…
 
Tam bu noktada, E. Bloch’un ünlü “militan iyimserlik” kavramından bir kez daha söz etmek gerekiyor…
Sorun umutlu ya da umutsuz, iyimser ya da kötümser olmak değil, eylemli olmak ya da olmamaktır…
Eylemsiz birinin umutlu ya da umutsuz olmasının toplumsal bakımdan önemi de anlamı da yoktur…
Önemli olan eylemliliktir…
Eylem içindeki insan ise, ne karamsar ne umutsuz olabilir?
“Umut İlkesi”nin yazarı, çağdaşımız büyük Alman düşünürünün “militan iyimserlik” dediği de budur…

Buraya kadar söylediklerim, sözünü ettiğim ödül töreninde ödül plaketlerini aldıktan sonra söylediklerimin bir özetiydi…
Aydınlanma ve onur ilişkisine gelince…
İnsanın, insan olma onuruna kavuşması, birbirini izleyen aydınlanma süreçleriyledir…
Gezegenimizde milyonlarca belki milyarlarca yıl önce oluşan insan türünün ayaklarını gerçek anlamıyla yere basması, gerçek anlamıyla göklere yükselerek evrenin keşfine çıkması, aydınlanmayla, yani akılladır…
Bu nedenle de “Aydınlanma ve Onur” kavramları birbirine çok yakışıyor…
Aydınlanma değerlerinden yoksun biri, insan olma onurunun bilincinde değil demektir…
Aydınlanma düşmanlığı ise tarihin bütün dönemlerinde, insanlık onurunun düşmanı olmuştur…"
 
Ataol Behramoğlu
19-04-2014
Cumhuriyet

6 Nisan 2014 Pazar

Talan Sosyal Adaleti

Ürettiğinden çok üreyen toplumlar, temeli üretime dayalı, istihdam yaratan, aş ve işi hakça bölüşen sürdürülebilir bir kalkınmayı yaşama geçiren bir ekonomi yaratamazlar. İnsanlar yaşamak için aşa muhtaç olduklarından, ürettiğinden çok üreyen toplumların eksiği bir yerden karşılaması, gediği kapatması gerekir. 


Eksiğin karşılanıp gediğin kapatılması için avanta ve talan sistemine başvurulur. Avanta ve talan sistemi, bir yandan ortaya çıkan toplumsal rantın belirli kimselere akıtılması, öte yandan toplumsal ve doğal kaynakların, talan edilmesi esasına dayanır.Buna bir de geçici süre için de olsa, görece rahatlama yaratan, borçlanma yöntemi eklenmelidir. 


Avanta ve talan sisteminin özünde yolsuzluk, yoksuzluk ve haksızlık yatar. Çünkü sistem üretimle değer yaratmadan, tüketimi sağlamak için kaynakların yağmalanması özüne dayalıdır ya da oluşan rantın belirli ayrıcalıklılara yönlendirilmesi esasına. Ancak bir paylaşım faaliyeti olan siyaset, dağıtımı yönetilenlerin rızasını da işin içine katacak bir mekanizmayı oluşturarak gerçekleştirmek zorundadır. 


Bu zorunluluk, monarşilerde bile vardır. Şu farkla ki, burada arslan payını gerçekte monark ile iktidar ortağı olan asiller alırlar.


***
Geniş halk kitlelerinin de paylaşımdan aldıkları payların artması demek olan demokrasinin gelişmesi için ise üretimin kitleselleşmesi ve artması gerekmektedir. Bu yüzdendir ki, demokrasi ancak, temeli, sömürü olsa dahi, üretime dayanan ekonomik sistemlerde mümkündür. 


Demokrasinin gelişmesi geniş toplulukların refahtan pay taleplerinin artmasına sosyal adalet kavramının gelişmesine yol açmıştır. Kimi durumlarda sosyal adalet kavramı, kapitalizmin kurtarıcısı da olmuştur. 


Bu açıklamalardan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, görece özgürlükçü bir demokrasinin var olabilmesi için toplumda, temeli üretime dayalı, emeğin de kendi çıkarının pazarlığını bir ölçüde yapabileceği bir düzenin olması önkoşuldur. Bu koşul yerine gelmediği zaman, yine de yavaş yavaş gelişecek bir demokrasinin olabileceğini düşünmek abestir. 


Kısacası avanta ve talana dayalı sistemlerde demokrasi olmaz, olsa olsa “pseudo - democratie” denen, özgürlüğü sandığa gitmekle sınırlı “yapay demokrasi” modelleri oluşur. Ama temel hak ve özgürlüklerden yoksun da olsa, haber alma özgürlüğü de kısıtlansa, sandığın var olması, sandığa gidenlerin de paylaşımdan az da olsa pay almalarını zorunlu kılar.


***
Avanta ve talan düzenlerinde, temeli üretime dayanan düzenlerin sosyal adalet kurumunu hiç değilse görünüşte andıran yeni bir kavram telaffuz edilmeden geliştirilir. Bu da talan sosyal adaletidir. 

“Talan sosyal adaleti”nde, amaç, geniş kitlelere “sen de talan ve yağmadan payalabilirsin, düzen sana da getiri sağlar” zihniyetini yerleştirmektir. 


Burada geniş kitlelerin talandan veya avantadan alacakları payların, devede kulak olması önemli değildir. Önemli olan talandan pay alma ihtimalinin varlığıdır. Ve unutmayalım, talan sosyal adaleti bir olgu olmaktan çok algı, hatta bölüşümde adalet olmadığından, bir yanılsamadır. 


Burada pay alma olasılığının yüksekliği değil, var olması önemlidir. Örneğin, ömür boyu sigara içmiş bir kişi, piyango bileti alırken, kendisine büyük ikramiye vurması olasılığının kansere yakalanması olasılığından bin, on bin kat daha düşük olduğunu aklına getirmez. O sırada düşündüğü tek şey, kendisine de çıkma ihtimalinin var olmasıdır. 


Talan sosyal adaleti, “sandıklı baskı rejimleri”nin bekasını sağlayan kendine özgü bir kurumdur. Talan sosyal adaleti sistemi iyi kötü işledikçe, kitleler talandan ve avantadan pay almaya devam ettikçe, rejim de onun iktidarı da güvencededir. Bütün bu anlatmaya çalıştıklarımızda, 30 Mart seçim sonuçlarının da anahtarı yatıyor. 

Ali Sirmen
4-4-14
Cumhuriyet